-->

22 Eylül 2013 Pazar

The De Burghs Serisi: 2 Kralın Buyruğu

Hikayemiz en son, kralın cadoloz Mallory ile evlenmesi için De Burgh erkeklerinden birini görevlendirmesiyle bitmişti. Oradan hikayemiz başlıyor.
Bizim şövalyeler çöp çekerler ve kısa çöpü çeken Geoffrey, De Burgh kardeşlerin en zekisi ve en naziği Mallory ile evlenmek zorunda kalır. Mallory ne kadar sabrını taşırmaya çalışsa da Geoffrey ona karşı kaba kuvvete başvurmaz. Ve her şekilde Mallory'i affeder. Hatta ondan etkilenir. Mallory aslında çok güzel bir kızdır. Fakat bakımsız saçları, kaba saba tavırları, sürekli küfür etmesi herkesin onu itici bulmasına sebep olur. Kitabı okudukça bunların asıl nedenini öğreneceksiniz. Neyse ikilimiz kavga dövüş derken birbirlerine aşık olurlar. Ama düşmanları onları yine rahat bırakmaz. Ve ikilimizin imdadına her zamanki gibi De Burgh kardeşler yetişir. 

Kişisel Yorumum:
Geoffrey, Dunstan'ın aksine çok nazik, duyarlı ve mantığını kullanan biriydi. Zaten Mallory ile başka türlü baş edemezdi. Kızımız ise aksi, sinirli, durduk yere olay çıkaran bir karakter. Zaten ilk kitaptan beri kardeşler kızımıza cadı diyorlar ve çok haklılar tam bir cadıydı. Geoffrey sabretse de benim sabrımı taşırdı bu hatun. Ayrıca Geoffrey nasıl oldu da kızın dağınık saçlarına abayı yaktı anlamış değilim. Bütün kitap o saçlarla ilgili fantezi kurdu durdu. Bu da Geoffrey'nin içinde bir sapık yatıyor gibi hissettirdi bana. Yine de çok mağrur, terbiyeli Geoffrey De Burgh içinde kopan fırtınayı dışarıya belli etmedi. Kıza en başta aşık oldu bana göre. Ama bunu anlayana kadar kitap bitti. Yine kızı kaybettiği anda onu sevdiğini anlayan bir erkek karakterle karşı karşıyasınız anlayacağınız. Kitabın sonu da çok hoştu. Mallory'nin çirkin ördek yavrusundan kuğuya dönmesine bayıldım. Son olarak Geofrrey, Bana Dunstan'ın hikayesi kadar büyük bir zevk vermedi. Aslında ilk Geoffrey'i okuyarak seriye başlamıştım. O yüzden başta vereceğim puanım şimdi vereceğimden daha yüksekti. Fakat şu anda tüm kardeşleri okuyan biri olarak puanımı ortalama olarak vereceğim.
Puanım:7

19 Eylül 2013 Perşembe

The De Burghs Serisi:1 Wessex Kurdu

Yedi kardeş De Burg şövalyesinin ilk kitabı Kurt lakaplı Kont'un en büyük oğlu Dunstan ile Marion'ın aşkını anlatıyor. Marion dayısından kaçmak ve kiliseye sığınmak üzere yola çıkar ama dayısının adamları yolunu kesip kızımızın tüm adamlarını öldürünce bizimki yola tek başına devam eder. Fakat güzel Marion'un talihsiz kaderi burada bitmemiştir ve  hafızasını kaybeder. Şansına onu De Burg kardeşler bulup şatolarına götürürler. Marion bu gürültücü erkeklerden oluşan aileye çok alışmıştır. Hepsini kardeşi gibi görmektedir. Kont ise bu kızı gelini olarak istemektedir. Derken bir gün en büyük oğul Dunstan gelir. Marion onu görür görmez vurulur. 
  Diğer kardeşler de çok yakışıklıdır. Ama Marion'ın kalbi sadece Dunstan'ın yanında atmaktadır. Öte yandan Dunstan babasından yardım istemeye gelmiştir. Marion ile uğraşacak vakti yoktur. İşler tam bu sırada karışır. Çünkü Marion'ın dayısı yeğenini geri istemektedir. Kont bu durumu çözmek için oğullarını toplar ve onlara hangisinin Marion ile evlenmek istediğini sorar. Bu şövalyeler sadece evlilikten korkmaktadır.  Hiçbiri kabul etmez. Bu durumda geriye sadece Marion'ı dayısına teslim etmek kalır. Ve bu iş Kurt'a kalır. Marion'a gelirsek,  hatırlamasa bile dayısının yanına geri dönmek istemez. Bu yüzden sürekli kaçış planları yapar. Bu arada Kurt'un adamları öldürülür ve kızımız hafızasına kavuşur. Durum ne kadar kötü olursa olsun ikilimiz kaçıp kovalamaca oynarken birbirlerinden etkilenip birlikte olurlar. Fakat zavallı Marion, Dunstan'e aşık olmuştur. Onun başına bir şey gelmemesi için dayısının adamları onu bulduğunda dayısının şatosuna döner. Dunstan ise Marion'a bakmaya dayısının şatosuna gider. Orada Marion'un dayısı hakkındaki kötü sözlerinin doğruluğuna inanır onu oradan kaçırır. Marion ayrılacaklarını düşünürken ikilimiz evlenir. Her şey yeni başlamıştır. Bizimkilerin peşinde bir Dunstan'ın komşusu bir de Marion'un dayısı vardır. Bir sürü yanlış anlama ve savaşın sonunda karı-koca mutlu mesut yaşarlar. Tabii ki diğer kardeşleri için felaket vaktidir. Çünkü Kral bir buyruk yollamıştır. Bu da Dunstan'ın komşusunun kızı cadaloz Malory ile bir De Burg'un evlenmesidir.

Kişisel Yorumum:
Bu Dunstan beni sonlara doğru fıtık etti. Kızı sevdiğini anlamaması, ailesinden yardım istemeye çekinmesi falan sinirlerimi bozdu. Marion ise fazla Pollyana idi. Ona da Dunstan'a aşık olup evlendiği halde ondan kaçmayı düşünmesinde kızdım. Git mücadele et kızım niye kaçıyorsun? Hiç mi Judith ve Julia ablalarının kitabını okumadın? Önce evlen sonra aşık et mantığı uygulasana. Nitekim öyle de oldu. Gerçi diğer seriyi okuyunca anlayacaksınız ki her De Burg aşık olduğunu geç anlıyor. Kabullenmek istemiyorlar. Eşleriyle bazıları başından severek evlendiği halde sevdiklerini anlamıyorlar. Neyse onları da diğer De Burglar'da görürsünüz. Her şeyden bahsedip geriye kalan altı De Burg'u kendi izlenimime göre tanımlamadan olmaz. Kitap sırasına göre tanıtayım:
 Geoffrey: Ailenin bilgiçi. (En sevdiğim De Burg.)
Simon: Ailenin en öfkelisi. (Her şeye parlar.)
Robin: Ailenin şakacısı ve büyülere inanıyor.
Stephen: Ailenin sarhoşu ve en yakışıklısı.
Reynold: Ailenin topalı ve en vurdumduymazı.
Nicholas: Tekne kazıntısı ve gizemli olanı.
Birde baba De Burg var ki babacan, içten ama dediğim dedik biri.
Bu kitaba  puanım.....
10


Aşk Kapıyı Çalınca

Hikayemiz bir zamanların ünlü komedi yıldızı Georgia York'un ünlü kocasından boşanmasıyla başlıyor. İçinde bulunduğu en kötü anı paparaziler yetmezmiş gibi birde ezeli düşmanı ve eski partneri Bram Shepard görünce Georgia iyice bunalıma girer ve gay olan bir arkadaşının evine gidip ona evlenme teklif eder. 
Fakat Bram çat kapı gelir ve onları duyduğunu söyler. Bram, Georgia'nın ilk aşkı ve dizide başrolü paylaştığı oyuncudur. Gençliğinde aşırı davranışları ve sorumluluğu yüzünden bir skandal yaşamış ve oynadığı dizinin sonlanmasına neden olmuştur. O günden sonra kendi kariyeri de tükenmiştir. Şimdilerde kariyerini eski haline getirmeye ve yeni projeler üzerinde çalışmaya başlamak istemektedir. Tabii ona bu konuda Georgia'nın yardım edeceğini düşünür. (Yanlış anlamayın gönüllü değil zorla bir yardım almak istiyor. ) Birbirine bir an bile  dayanamayan kahramanlarımız içkilerine ilaç atılması sonucu o gece kendilerini bilmeden evlenirler. Sabah uyandıklarında bu evliliği devam ettirmenin işlerine geleceğine karar verirler. Georgia eski kocası onu aldattığı için rezil olmuş ve herkesin ona acımasına maruz kalmıştır. Bram ise kötü çocuk olarak anılmak istememektedir. Başlarda itiş kakışla başlayan ilişkileri sonraları yatak odası arkadaşlığına oradan da aşka dönüşür.  
Kişisel Yorumum:
Bram gördüğüm en kötü erkek karakterdi. Kadınları koruyan, mert, onların üzerine titreyenlerin aksine bencil, aksi ve  kaba biriydi. Hele Georgia'ya teknede yaptığını ben affedemedim. Georgia nasıl affetti anlamadım. Georgia da klasik erkekler için kendini feda eden kadınlardan. Başlarda çok dişli olan Georgia yine adi Bram'a aşık olunca saf bir romantik gibi davranıp işleri mahvediyor. Asıl garip olan Bram'in Georgia'yı kaybettiği an ona gerçekten aşık olduğunu anlamasıydı. Bence rolü başkasına vermesine gerek yoktu. İspat için gazetecilerin önünde söyledikleri yeterliydi. Gerçi o kadar bencil ve psikopat birinin sonradan romantik kocaya dönmesi de mantıksız geldi. Klasik diyorum ya. Ayrıca Georiga'nın eski kocası ve onun yeni karısı Allah'ım öldüresim geldi ya. Bu kadar mı arsız olur bir insan? Georiga'ya gel üçümüz tatile çıkalım diyorlar. Düşünün metresiniz ve eski kocanız ile birlikte tatile çıkıyorsunuz. Bu delilerin arasında baş kadın karakterimizi kutlamadan geçemeyeceğim. 
Georgia'nın aksine hep kötülediğim  Bram'in tek beğendiğim hareketi Georgia'nın eski kocası ve onun karısına davranış şekliydi. En tiksindiğim yeri tekne olayı ve sonlarda Georgia'ya aşık olmadığı halde aşıkmış gibi davranması onun kalbini kırmasıydı. Neyse sonunda evli mutlu çocuklu bir devam filmi gördük. Okuyanlar devam filminin şifresini çözerler. 
Puanım:7

Günümüzde Geçen Romanlar


1 Eylül 2013 Pazar

Westmoreland Serisi 2: İçinde Aşk Saklı


Bu seride baş kahramanımız Claymore dükü Clayton Whitney adlı canlı, kıpır kıpır uçarı bir kıza kafayı takıp onu karısı yapmaya çalışıyor. Royce'nin torunundan da daha azı beklenmez zaten. Kızımız hep düklerin yaşlı ve asık suratlı olmasını düşünen biri ama Clayton ile daha ilk karşılaşmalarında onun kimsenin onu keşfedemediği kılığıyla tanıyan zekasına hayran oluyor. Fakat yüzünü göremiyor. Daha sonra onu fark etmeyen ilk aşkını elde etmek için memleketine geri dönüyor. Dükümüz ise bu kızı elde etmek için babasına kumpas kuruyor. Bu arada ikilimiz santraç maçları yapıp gülüşüp eğleniyorlar. Kızımız başta Clayton'a ısınamasa da evlilikte keramet var sözünden ötürü kocasına aşık oluyor. Bu seferde yanlış anlamalar peşlerini bırakmıyor. Sürekli kavga ve yanlış anlamalarla geçen mücadelenin sonunda tabii ki kazanan aşk oluyor.

Yorumum: Okuduğum en kötü Judith kitabıydı. O kadar sıkıldım ki anlatamam. Kızım artık bir akıllan. Claymor dur uslu demekten dilimde tüy bitti. Kendime işkence ederek kitabı bitirdim. Okusanız da olur okumasanız da. Zaten ilk hikaye ile bağlantısı da yok. Sadece aynı dükalığı yaşatan karakterler. Royce ve Jennifer öleli yıllar olmuş. Bambaşka bir hikaye. 


 Puanım:3

Amerikalı Varisler Serisi 1: Beni Aşka İnandır

Hikayemiz bir baloda başlıyor. Baş kahramanımız Sophia, açık yürekli, iyi eğitimli, Amerikalı zengin bir varis. Ailesinin tek istediği de soylu  bir koca bulup evlenmesi. Sophia annesini koca seçimini yapacak olanın kendisi olması konusunda ikna ediyor. Ve gözü ilk gördüğü andan itibaren yakışıklı ama tehlikeli dük James'e kayıyor. James'in tehlikeli olduğunu öğrenmesine rağmen onunla yakınlaşmaktan kendini alamıyor. Diğer yandan James ailesinin borçlarını kapatmak için zengin biriyle evlenmek zorunda. Bu kişi de bizim tatlı Sophia'dan başka değil. James başta Sophia yerine annesinin çekip çevirebileceği, iyi huylu bir kızcağız arıyor. Lakin Sophia'nın cazibesine kapılıp gidiyor. İkilimiz evlenince işler değişiyor. Sophia kendini bir aşk evliliğe yaptığına inandırıyor. Daha doğrusu kendisi James'e sırıl sıklam aşık. Ama aşkı karşılıklı değil. Sophia oyunu James'in kartlarıyla oynuyor ve sonunda her zamanki gibi aşk kazanıyor. Daha fazla detay verip heyecanı kaçırmadan yorumuma geçeyim.
Yorumum:
Sophia atılgan, tatlı ve cesur bir kızdı. Diğer yandan James kendi  bunalımından  çıkamamış, karısına aşık olmaktan korkan, her şeyin elinin altında olmasına alışmış her zamanki soylu erkeklerdendi. Gerçi James beni diğer soylular kadar uyuz etmedi. Bunun nedeni ikilimizin evlenene kadar gerçekten büyük bir aşk yaşaması. Evlendikten sonra Sophia'yı terk etmesi bana çok dokunmuştu. Yine de James aslında o kadar zavallı geldi ki ona kızamadım bile. Annesi onu dolaba kilitlermiş, babası döver söver kötü davranırmış. Ne yapsın zavallı? Sevgi nedir bilmiyormuş. Sophia'yı görünce her şey değişiyor. O da bu değişimden korkup olanların sadece şehvetten ötürü olduğuna kendini inandırıyor. Kitap genel olarak benim Sophia'ya ''Yürü be kızım!'' James'e ise ''Vah vah!'' dememle geçti bitti. Çabuk bitti beni sardı. Kitaptaki çeviri hatalarını görmezden gelirsek ortalamanın üstünde okuduğunuza değecek bir kitap. Tarihi roman severler kaçırmasın bu seriyi.

Puanım: 8