-->

10 Kasım 2013 Pazar

Ateş Serisi 1: Karanlık Ateş


Bu seriyi okuyalı baya olmasına rağmen tanıtımını yeni  yapıyorum. Geçenlerde yeni  kitabını görünce seriyi tanıtmak aklıma geldi. Konuyu daha fazla uzatmadan tanıtıma başlayayım. Bu kitap şu ana kadarki fantastik kitap türlerinin birleşim noktası gibi diyebilirim. İçinde her şey var. Kitabın başında da bir sözlük çıkıyor karşımıza. Sözlükte kitabın içindeki varlıklara verilen adlarla ilgili bilgiler verilmiş. Kızımız Mac, sarışın, zeki ve çok güzel bir kız. Kısacası bizim Gossip Girl kızı Serena'yı hatırlattı bana. Yana Serena'nın resmini de ekledim. Neyse kızımız kız kardeşi ölünce Dublin'e gider. Amacı kardeşinin katilini ve niye öldüğünü bulmaktır. Ama kendisini bir sürü fantastik olay dizisinin içinde buluverir. Her şey kızımızın bir kitap dükkanı sahibi olan Barrons ile tanışmasıyla başlar. Barrons, Mac'e gitmesi için yalvarsa da inatçı kız gitmez. Sonradan Mac Sidhe kahini diye bir şey olduğunu öğrenir. Bunun ne anlama geldiğini çözmeye çalışırken ablasının ölmeden önce ona söylediği Şi-sa-du'nun ne olduğunu da bulmaya çalışır. Mac sonunda sidhe kahininin Fae diye bir alemin yaratıklarını gören kişiler olduğunu öğrenir. Bu alemdekilerde iyiler ve kötüler diye ikiye ayrılmaktadır. Tahmin ettiğiniz gibi kahramanımız hep kötüleri bulur. Üstelik Barrons'ta kızımızı Sinsar Dubh'u bulması için kullanır. Bu Sinsar Dubh aslında kızımızın aradığı şeydir. Bu yüzden ikilimiz sürekli atışırlar. Fae aleminden bir de Prens Vale kızımıza abayı yakınca işler iyice karışır. Kitabın sonunda Barrons'un kızımıza verdiği değeri görmüş oluyorsunuz. Ben hep ilgisiz sanırken meğer seviyormuş kızı. Kitaptaki en can alıcı nokta ise ablasının katilini tanıyor olması. Bu katil beni çok üzdü. Sizi de üzmez umarım.


Kişisel Yorumum:
Hem sazlı hem sözlü anlattığım için söyleyecek pek bir şeyim yok aslında. Bu seriyi herkes övünce başlamıştım. Ama ayılıp bayıldığımı söyleyemem. Barrons'un kızı ezmeye ve kullanmaya çalışmaları, Mac'in kaprisleri, burnunun dikine gitmesi falan beni deli etti. Tek Prens V'yi sevdim. Ayrıca o Barrons ne çıkacak kardeşim Fae aleminin en büyük kralı falan mı çıkacak acaba? Sırf Barrons'un ne çıkacağını öğrenmek için seriye devam etme kararı aldım. 
Puanım:6

The Chief Highland Guard Serisi: 1 İki Ateş Arasında

Tor Macleod İskoçya ve İngiltere arasında çıkan savaşta taraf olmak istememektedir. Ama Bay Fraser güzeller güzeli kızı Christina'yı yatağına yolladığında, dahası Tor onun bekaretini aldığında çoktan tarafını seçmiştir. Tor, bu kızdan ilk gördüğü anda etkilenmesine rağmen kızla evlenmesinin taraf tutma olduğunu bildiğinden onu aklından çıkarmaya çalışmıştır. Sonunda kendisini onunla birlikte yatakta bulduğunda ise iş işten geçmiştir. Buna öfkelenen Tor, bu evliliği reddeder. Ama sonunda ona verilen diğer sözlerden dolayı kızı kabul eder. Tor kralın askerlerini yetiştirecek ve güzel Christina'ya sahip olacaktır. Ona kalbini asla ve asla vermeyecektir. Bunu hesaplamasına rağmen kendini karısına aşık halde bulur. Üstelik Christina'nın yaptığı bir hata Tor'u iki ateş arasında bırakır. Tor kaldığı bu ikilemden yara almadan çıkabilecek midir?
Kişisel Yorumum:
Bana yazarın diğer kitabı Asi'yi hatırlattı. Zaten bu yazar gerçek karakterleri kullandığı için tarihi kitapları okumayı daha zevkli hale getiriyor. Ama her zamanki gibi kendisini o dönem karakterlerinin duygularına bırakan yazarımız yine kızları hor gören kaba savaşçılarla karşımıza çıkıyor. Bu adamlar her şeyde çok iyiler. Ama iş aşka geldiğinde tam bir aptala dönüşüyorlar. Karılarına aşık olduklarını ne yazık ki onları kaybettiklerinde anlıyorlar. Başlarda eşlerine kaba davranan savaşçılarımız aşık oldukları anda tapılası yaratıklar oluyorlar. Bu kitap Asi'nin muhteşem derinliğine sahiptir. Okuyun derim.
Puanım:9

Kan Bağı Serisi: 3 Mavi Büyü

Kan Bağı Serisinin şimdiye kadar çıkan en güzel kitabı bana göre buydu. Yazar beni şaşırtmayıp yine aşkı yaşamayı 3. kitaba saklamıştı. Sizi daha fazla bekletmeden kitabımızı tanıtmak istiyorum. Kitap 2. kitabın bittiği yerden başlıyor. Sydney, Adrian'a olan duyguları karışık bir halde dolanıp dururken bir de Sonya'nın düğününe gitmek için bindiği uçakta Adrian ile yan yana oturmak zorunda kalır. Adrian bunu tesadüf gibi gösterse de biz tesadüf olmadığını biliriz. Adrian artık Sydney'e olan aşkını kabullenmiştir. Ama Rose da yaptığı hataları Sydney'de yapmaz. Gerçi çekilip onu duygularıyla baş başa bırakmak yerine hep saldırmayı tercih eder. Öte yandan Veronica adlı bir cadı büyü yeteneği olan kızlara zarar verip onların güzelliğini çalıyordur. Bu cadı Sydney'in öğretmeninin ablasıdır aynı zamanda. Öğretmenini kırmayan kahramanımız Adrian ile diğer kızları uyarmak için yollara düşer bu sırada birbirlerine de yakınlaşırlar. Ama araya Marcus adlı eski bir simyacının girmesiyle ikilimizin arası azıcık açılır. Marcus yakışıklı ve asi bir eski simyacıdır. Altın zambak dövmesini kırmış onun yerine mavi bir dövme yaptırmış ve simyacılardan ayrılmıştır. Kitap boyu Sydney'i kendi yanına çekmeye çalışır ama başaramaz. Sydney kalbinin sesini dinler ve Vampir Akademisinden beri dua ettiğim gibi Adrian da sonunda sevilir ve mutlu olur. Tabii ki her güzel şeyin bir sonu vardır. Ve Sydney odasına döndüğü anda kız kardeşi Zoe'nun da bir simyacı olduğunu öğrenir. Dahası Zoe artık Sydney ile görev yapacaktır. 
Kişisel Yorumum:
Sonunda Adrian'ın aşkı için mücadele etme yönünü görüyoruz. Karşımızda daha büyümüş bir Adrian, kararlı, pes etmeyen bir erkek var artık. Sydney gördüğüm en sert kadın karakter. Ama düğünde yumuşuyor hatta Rose bile onların birbirlerine ait olduklarını düşündüğünü söylüyor. Bilirsiniz Rose imkansız aşkların kızıdır. Sydney burnunun dikine gitse de bundan sonraki tavırlarını çok merak ediyorum. Adrian ile ilişkisini bakalım nasıl saklamayı başaracak? Belki Zoe'da bir moroi ya da dampire aşık olur. Bu arada Jill Ve Eddie aşkının sonuçlanacağını hissediyorum. Angeline sonunda gerçek aşkını buldu. Kimliğini söylemeyeceğim sürprizi kaçmasın. Kısacası yorumum tamamen olumlu yönde kitabı okumalısınız :D
Ve yorumumu kitaptan en sevdiğim yerden alıntı yaparak bitiriyorum. Adrian'dan: "Sen onun kadar kayıp bir vaka değilsin. Yani Rose konusunda, onun Rus bir komutana olan destansı aşkını aşmak zorundaydım. Oysa seninle tek sorunumuz, türlerimiz arasındaki birkaç yüzyıllık ön yargılar. Benim için çocuk oyuncağı!"
Puanım:9
1. KİTAP
2. KİTAP

Royal House of Shadows Serisi 1: Kara Gönülçelen

Bu kitabı tanıtmaya başlamadan önce yazarına hayran olduğumu söylemek istiyorum. Yazarın diğer serisi olan Karanlığın Efendilerine de hayrandım. Buna da hayran kaldım. Yazarımız mitolojik karakterlere kafayı taksa da eski zamanlarda yaşayan erkekleri günümüz erkek karakterlerinden daha romantik yazmayı iyi biliyor. Yorumlarımla kendimi daha fazla kaybetmeden hemen kitabı tanıtmaya başlayayım. Bu seri 4 kitaptan oluşmakta ve ilk kitabımız en büyük kardeşi anlatan "Kara Gönülçelen." Kara Gönülçelen, Elden krallığının varisi prens Nicolai'nin lakabı. Elden krallığının kralı ve kraliçesi öldürülünce krallığın 4 varisi başka yerlere gönderilir. Ama babaları ölmeden önce hepsinin içine nefreti ve öç alma tutkusunu işler. Bu görev en büyükleri olan Nicolai'ya düşer. Nicolai bir vampirdir. Ve Elden'in en güçlüsüdür. Fakat bir büyü sonucu hafızası silinmiş ve iki cadı kardeşin seks kölesine dönüştürülmüştür. İşte o tam böyle umutsuz bir anında yaptığı büyüyle günümüz dünyasında yaşayan bilim kadını olan Jane Parker'ı kendi dünyasına çekmeyi başarır. Nicolai kendisini tutsak eden Prenses Odet'in yerine Jane'i getirir. Delfinalılar Jane'yi prensesleri olarak görse de, Jane ve Nicolai gerçeği bilmektedir. İkilimiz birlikte kaçmayı başarırlar. Bu uğurda birbirlerine aşık olurlar. Ve niye Jane'nin seçilmiş olduğunu öğrenirler. Kitabımızın sonunda aile olma yolunda kahramanlarımızı bırakıp, sonraki kitabı iple çekerken buluruz kendimizi.
Kişisel Yorumum:
Bu kadın insanı aşka aşık etmeyi cidden çok iyi biliyor. Nicolai vampir de olsa kabulüm dedim okurken. Zaten, Jane'i kendime çok yakın hissettim. Her ne kadar ben laboratuvarda kuantumla ilgilenmesem de ona benzer şeyler inceliyorum :D Ama kendimi tarihi bir romanın içinde kaybetmekte istemem. Sonunda kraliçe olacak olsam da ben netsiz yaşayamam. Benim aksime Jane çok rahat ortama ayak uydurdu. Sürekli geleceğe dönerse Nicolai'siz ne yapacağını düşünse de, gayet aşık bir kadındı. Jane, aşktan korkmuyordu, sevgilisini kaybetmekten korkuyordu. Bu da diğer tarihi romanlardaki ay bana ne oluyor tavırlı ergen kızlardan ayırıyordu kahramanımızı. Tabi Jane vampirleri yıllarca incelemiş, hatta birinden lanet bile almış bir karakterdi. Bu lanet yüzünden Nicolai'yi kaybetme noktasına gelmişti. Ama... Sonunda mantığın ve bilimin gücüyle sevdiceğinin yanına dönmüştü.  Ve Nicolai, süper aşık, korumacı, romantik ne desem bilemiyorum ona. Aynı Maddox gibi çabuk öfkelenen ama iş sevgilisine gelince köpükten bile yumuşak olan birine dönüşen bir erkekti. Ayrıca sıradan tarihi romanlardaki erkek karakterleri gibi kadındır anlamaz demek yerine, Jane'nin zekasına hep saygı duyması benim için artıydı. Kısacası bu kitabı okuyun derim.
Puanım: 10


Selection Serisi 1: Beni Seç

Kitabımızın konusu kısaca şöyle: 
Illéa diye bir ülkenin prensi, prensesini seçmek için tüm ülkede güzel kızların katılacağı bir yarışma düzenletir. Bu yarışın ön elemesinin sonucunda saraya otuz beş kız alınacaktır. Onlarda tek kız kalana kadar bir yarışın içine  sürüklenecektir. Takdir edersiniz ki baş karakterimiz de bu kızlardan biri. Ama diğer kızların aksine America seçime katılmak istememektedir. Bunun en önemli sebebi de altıncı sınıflardan bir sevgilisi olmasıdır. Fakat sonunda sevgilisi Aspen onu zorla bu seçime katılmaya ikna eder. America hem annesinin ısrarından kurtulmak hem de Aspen için bu yarışa başvuru yapmayı kabul eder. America, sevgilisi ile evlenip sınıf farklılığını aşmanın bir yolunu bulmayı düşünürken, Aspen onu terk eder. America tam bu aşk acısıyla boğuşurken seçimin sonuçları açıklanır. Kazanacağını düşünmemesine rağmen kızımız seçilmiştir. 
Ve sadece ailesini rahat ettirmek için saraya girer. Burada onu engellemek isteyen sürüsüyle kızla mücadele eder. Ama doğallığı sayesinde Prens Maxon'ın ilgisini çekmeyi başarır. Önceleri Maxon'u en yakın arkadaşı gibi gören America prensin kendisinden hoşlandığını itiraf etmesiyle birlikte ona karşı başka duygular beslemeye başlar. Ama bunun ne olduğuna karar veremez. Tam bu anda kızımızın sevgilisi Aspen'de saraya muhafız olarak atanır. Aspen artık bir altıncı sınıf değil ikinci sınıftır. Yani America onu seçerse annesi bile bu evliliğe izin verecektir. Lakin gelin görün ki kızımız ne Aspen'i ne de prensi seçmemiştir. America artık seçimin kendisinde olduğunu fark eden ve seçimi kazanmak isteyen bir elittir. Çünkü 35 kızdan geriye sadece altı kız kalmıştır. Ve bunlardan sadece biri prenses olacaktır.  
Kişisel Yorumum :

Bu kitaptaki sınıf farklılığı aynı "Açlık Oyunları" serisine benzetilmiş ve konusu da aşağı yukarı aynı. Onda hayatta kalan kazanır. Bunda ise prenses olur. Bu nedenle içinde ölüm olmasa bile türlü entrikalar olan bir kitap. Kitapta kendilerine "Asiler" denilen bir grup var bunlar da Kuzey ve Güney diye ikiye ayrılıyor. Prens'e göre Güneyler katil ve aradıkları bir şey var. Tabii bu teorisini ispatlayamadığından elinden bir şey gelmiyor. Kitapta o kadar şey varken asilere ne gerek vardı anlayamadım doğrusu. Zaten hayatımda gördüğüm en karaktersiz karakterler bu kitapta mevcuttu. Bu kanıya nereden vardığımı anlatmak için yorumlarıma Aspen ile başlamak istiyorum. Ezik mi ezik, kadın bana değil ben kadına bakarım mantıklı bir maço, ama umutsuz bir aşıktır kendileri. Kızı o kadar severken sınıf farkından ötürü elinden kaçırmıştır. Yazık diyecekseniz demeyin ben demedim. Çok sinir oldum başlarda Aspen'e. Sonlarda da "kendi düşen ağlamaz" dedim. Şimdi Aspen fanları diyecekler ki Aspen ezik te Maxon çok mu iyiydi? "HAYIR" diyorum. Aslında kitabın ortalarında Maxon'ın America'yı ilk öptüğü ana kadar Maxon'a aşık olmuştum. Bu kadar romantik, iyi niyetli biri olamaz diyordum ki olamazmış zaten. Ben onu sadece America ile ilgilenen biri sanırken adam çapkına bağladı yahu. Ve America ile yaptığı ilk kavgada "Ben prensim haddini bil." demesine gerek yoktu. America da sütten çıkmış ak kaşık değil. Sıra ona da gelecek. En çok gıcık olduğum karakteri sona sakladım. Kısacası Maxon için son sözüm şu sen de çuvalladın be abi.

Gelelim America'ya. Başlarda aşkı için mücadele eden, ailesini düşünen, meleğimsi bir kız görüyoruz. Ama inanmayın dostlar. Prens kendisine açılır açılmaz, arkadaşına prensi ayarlamayı unutan bir kız, en yakın dostum dediği birini, bir anda erkek olarak görmeye başlayan bir avcıya dönüşen bir America var karşınızda. Hatta o kadar ileri gidiyor ki daha prens için duyguları net değilken eski aşkı Aspen'e de yüz veriyor. Öyle sözle de değil. Öpüşmeli yüzler bunlar. Aspen ile tam barışıyor diyorsunuz gidip prensi öpüyor. Sonradan hırslandı bu kız. Zaten kitabın sonunda "Ben Elitim." diyor. Sonuçta kitap tam bir kafa karışıklığı ile son buluyor. Kızımız ne Maxon'dan ne Aspen'den vazgeçebiliyor. Ama ikisini de seçemiyor. Elitte büyük ihtimal prensi seçer diyorum. Onu daha okumasam da sonuç şimdiden belli. Bu kız tacı da, Maxon'u da alır. Sinirlerinizi tutacaksanız okuyun derim.
Puanım:6

12 Ekim 2013 Cumartesi

Ölümcül Oyuncaklar Serisi 5: Kayıp Ruhlar Şehri

Uzun bir aradan sonra okuduğum kitabı paylaşıyorum. 4. kitabı okuyanlar sonunda Jace ile Sebastian'ın bağlandığını bilirler. Hikaye oradan devam ediyor. Meclis Clary'i affeder ama Jace'yi bulunca öldürme planları yapar. Nedeni ise Jace ve Sebastian'ın birbirine bağlı olmasıdır. Bu bağ sayesinde birini öldürürlerse diğeri de ölür. Ama bizim takım buna izin vermez. Ve meclisten önce ikiliyi bulmak için yollara düşerler. Adi Sebastian sürekli yer değiştirerek Jace'yi kendi ile birlikte sürükler. Clary ağabeyi ve aşkını bulmak için takımdan ayrılır, diğerleri ise bir alet ararlar. Bu alet sadece birine zarar verip diğerine vermeyen türde olan bir nesnedir. Böyle bir aletin bulunması için tabii bir fedakarlık yapmak gerekmektedir. (Bunu yapan kişiyi söylemeyeceğim. Kendiniz okuyun.) Kitabın yan karakterleri de baş karakterler gibi oldukça çalkantılı bir hayat yaşar. Isabel ve Simon ikilisi bir adım daha yakınlaşır, Maia ve Jordan ikilisi için güzel olaylar olur. Ama Alec ve Marcus için durum kötü. Alec'in çocuk gibi davranması, kıskançlıkları ve çok büyük bir hata yapması ilişkilerini zora sokar. 
Gelelim ana karakterlerimize... Jace ve Sebastian kanka olmuşlardır. Yaşadıkları ev de izi sürülemeyen boyut değiştiren bir evdir. Jace çok değişmiş kötü birine dönmüştür. Ama Clary'e hala aşıktır. Bu aşkı Sebastian da hisseder. Bu yüzden yapmadığını bırakmaz. Sebastian aslında iyi biri olma yolunda ilerler. Ama annesine duyduğu öfke ve nefret onu yine kötü biri haline sokar. Üstüne Lilith cadısını sevip saygı duyması da cabası. Kitap aslında sonlarda heyecan kazandı, Raziel yine ortaya çıktı ve Clary ve Sebastian savaşını okuduk. Bu savaşı okurken soluğumu tuttum. Kısacası her şey arap saçına dönmüş şekilde bir sonraki kitabı bekliyorsunuz.
Yorumum:
Maia ve Jordan anlamış değilim. Hem sevip hem nefret etme durumu çok çelişkili. Jordan bana biraz tutarsız geliyor zaten. Isabel ve Simon aynı tas aynı hamam. Ama Simon bu kitapta vampirliği sever görünüyor. Bence de ona vampir olmak çok yakışıyor. Alec beni uyuz etti, kıskançlığı, kaprisleri ve yaptığı hatalar insanı bunaltır. Marcus onu bırakıp daha iyilerini bulmalı. Jace ise çok farklıydı. Her zamanki iyi niyetli Jace yerine Sebastian'ı efendisi gibi gören ve onun oyuncağına dönen bir Jace var karşımızda. Çok şaşıracaksınız. Clary ve Sebastian bir ara cidden ağabey kardeş gibi olmuşlardı. Ama son anda yine işler karıştı. Bakalım 6. kitapta neler olacak? 

22 Eylül 2013 Pazar

The De Burghs Serisi: 2 Kralın Buyruğu

Hikayemiz en son, kralın cadoloz Mallory ile evlenmesi için De Burgh erkeklerinden birini görevlendirmesiyle bitmişti. Oradan hikayemiz başlıyor.
Bizim şövalyeler çöp çekerler ve kısa çöpü çeken Geoffrey, De Burgh kardeşlerin en zekisi ve en naziği Mallory ile evlenmek zorunda kalır. Mallory ne kadar sabrını taşırmaya çalışsa da Geoffrey ona karşı kaba kuvvete başvurmaz. Ve her şekilde Mallory'i affeder. Hatta ondan etkilenir. Mallory aslında çok güzel bir kızdır. Fakat bakımsız saçları, kaba saba tavırları, sürekli küfür etmesi herkesin onu itici bulmasına sebep olur. Kitabı okudukça bunların asıl nedenini öğreneceksiniz. Neyse ikilimiz kavga dövüş derken birbirlerine aşık olurlar. Ama düşmanları onları yine rahat bırakmaz. Ve ikilimizin imdadına her zamanki gibi De Burgh kardeşler yetişir. 

Kişisel Yorumum:
Geoffrey, Dunstan'ın aksine çok nazik, duyarlı ve mantığını kullanan biriydi. Zaten Mallory ile başka türlü baş edemezdi. Kızımız ise aksi, sinirli, durduk yere olay çıkaran bir karakter. Zaten ilk kitaptan beri kardeşler kızımıza cadı diyorlar ve çok haklılar tam bir cadıydı. Geoffrey sabretse de benim sabrımı taşırdı bu hatun. Ayrıca Geoffrey nasıl oldu da kızın dağınık saçlarına abayı yaktı anlamış değilim. Bütün kitap o saçlarla ilgili fantezi kurdu durdu. Bu da Geoffrey'nin içinde bir sapık yatıyor gibi hissettirdi bana. Yine de çok mağrur, terbiyeli Geoffrey De Burgh içinde kopan fırtınayı dışarıya belli etmedi. Kıza en başta aşık oldu bana göre. Ama bunu anlayana kadar kitap bitti. Yine kızı kaybettiği anda onu sevdiğini anlayan bir erkek karakterle karşı karşıyasınız anlayacağınız. Kitabın sonu da çok hoştu. Mallory'nin çirkin ördek yavrusundan kuğuya dönmesine bayıldım. Son olarak Geofrrey, Bana Dunstan'ın hikayesi kadar büyük bir zevk vermedi. Aslında ilk Geoffrey'i okuyarak seriye başlamıştım. O yüzden başta vereceğim puanım şimdi vereceğimden daha yüksekti. Fakat şu anda tüm kardeşleri okuyan biri olarak puanımı ortalama olarak vereceğim.
Puanım:7

19 Eylül 2013 Perşembe

The De Burghs Serisi:1 Wessex Kurdu

Yedi kardeş De Burg şövalyesinin ilk kitabı Kurt lakaplı Kont'un en büyük oğlu Dunstan ile Marion'ın aşkını anlatıyor. Marion dayısından kaçmak ve kiliseye sığınmak üzere yola çıkar ama dayısının adamları yolunu kesip kızımızın tüm adamlarını öldürünce bizimki yola tek başına devam eder. Fakat güzel Marion'un talihsiz kaderi burada bitmemiştir ve  hafızasını kaybeder. Şansına onu De Burg kardeşler bulup şatolarına götürürler. Marion bu gürültücü erkeklerden oluşan aileye çok alışmıştır. Hepsini kardeşi gibi görmektedir. Kont ise bu kızı gelini olarak istemektedir. Derken bir gün en büyük oğul Dunstan gelir. Marion onu görür görmez vurulur. 
  Diğer kardeşler de çok yakışıklıdır. Ama Marion'ın kalbi sadece Dunstan'ın yanında atmaktadır. Öte yandan Dunstan babasından yardım istemeye gelmiştir. Marion ile uğraşacak vakti yoktur. İşler tam bu sırada karışır. Çünkü Marion'ın dayısı yeğenini geri istemektedir. Kont bu durumu çözmek için oğullarını toplar ve onlara hangisinin Marion ile evlenmek istediğini sorar. Bu şövalyeler sadece evlilikten korkmaktadır.  Hiçbiri kabul etmez. Bu durumda geriye sadece Marion'ı dayısına teslim etmek kalır. Ve bu iş Kurt'a kalır. Marion'a gelirsek,  hatırlamasa bile dayısının yanına geri dönmek istemez. Bu yüzden sürekli kaçış planları yapar. Bu arada Kurt'un adamları öldürülür ve kızımız hafızasına kavuşur. Durum ne kadar kötü olursa olsun ikilimiz kaçıp kovalamaca oynarken birbirlerinden etkilenip birlikte olurlar. Fakat zavallı Marion, Dunstan'e aşık olmuştur. Onun başına bir şey gelmemesi için dayısının adamları onu bulduğunda dayısının şatosuna döner. Dunstan ise Marion'a bakmaya dayısının şatosuna gider. Orada Marion'un dayısı hakkındaki kötü sözlerinin doğruluğuna inanır onu oradan kaçırır. Marion ayrılacaklarını düşünürken ikilimiz evlenir. Her şey yeni başlamıştır. Bizimkilerin peşinde bir Dunstan'ın komşusu bir de Marion'un dayısı vardır. Bir sürü yanlış anlama ve savaşın sonunda karı-koca mutlu mesut yaşarlar. Tabii ki diğer kardeşleri için felaket vaktidir. Çünkü Kral bir buyruk yollamıştır. Bu da Dunstan'ın komşusunun kızı cadaloz Malory ile bir De Burg'un evlenmesidir.

Kişisel Yorumum:
Bu Dunstan beni sonlara doğru fıtık etti. Kızı sevdiğini anlamaması, ailesinden yardım istemeye çekinmesi falan sinirlerimi bozdu. Marion ise fazla Pollyana idi. Ona da Dunstan'a aşık olup evlendiği halde ondan kaçmayı düşünmesinde kızdım. Git mücadele et kızım niye kaçıyorsun? Hiç mi Judith ve Julia ablalarının kitabını okumadın? Önce evlen sonra aşık et mantığı uygulasana. Nitekim öyle de oldu. Gerçi diğer seriyi okuyunca anlayacaksınız ki her De Burg aşık olduğunu geç anlıyor. Kabullenmek istemiyorlar. Eşleriyle bazıları başından severek evlendiği halde sevdiklerini anlamıyorlar. Neyse onları da diğer De Burglar'da görürsünüz. Her şeyden bahsedip geriye kalan altı De Burg'u kendi izlenimime göre tanımlamadan olmaz. Kitap sırasına göre tanıtayım:
 Geoffrey: Ailenin bilgiçi. (En sevdiğim De Burg.)
Simon: Ailenin en öfkelisi. (Her şeye parlar.)
Robin: Ailenin şakacısı ve büyülere inanıyor.
Stephen: Ailenin sarhoşu ve en yakışıklısı.
Reynold: Ailenin topalı ve en vurdumduymazı.
Nicholas: Tekne kazıntısı ve gizemli olanı.
Birde baba De Burg var ki babacan, içten ama dediğim dedik biri.
Bu kitaba  puanım.....
10


Aşk Kapıyı Çalınca

Hikayemiz bir zamanların ünlü komedi yıldızı Georgia York'un ünlü kocasından boşanmasıyla başlıyor. İçinde bulunduğu en kötü anı paparaziler yetmezmiş gibi birde ezeli düşmanı ve eski partneri Bram Shepard görünce Georgia iyice bunalıma girer ve gay olan bir arkadaşının evine gidip ona evlenme teklif eder. 
Fakat Bram çat kapı gelir ve onları duyduğunu söyler. Bram, Georgia'nın ilk aşkı ve dizide başrolü paylaştığı oyuncudur. Gençliğinde aşırı davranışları ve sorumluluğu yüzünden bir skandal yaşamış ve oynadığı dizinin sonlanmasına neden olmuştur. O günden sonra kendi kariyeri de tükenmiştir. Şimdilerde kariyerini eski haline getirmeye ve yeni projeler üzerinde çalışmaya başlamak istemektedir. Tabii ona bu konuda Georgia'nın yardım edeceğini düşünür. (Yanlış anlamayın gönüllü değil zorla bir yardım almak istiyor. ) Birbirine bir an bile  dayanamayan kahramanlarımız içkilerine ilaç atılması sonucu o gece kendilerini bilmeden evlenirler. Sabah uyandıklarında bu evliliği devam ettirmenin işlerine geleceğine karar verirler. Georgia eski kocası onu aldattığı için rezil olmuş ve herkesin ona acımasına maruz kalmıştır. Bram ise kötü çocuk olarak anılmak istememektedir. Başlarda itiş kakışla başlayan ilişkileri sonraları yatak odası arkadaşlığına oradan da aşka dönüşür.  
Kişisel Yorumum:
Bram gördüğüm en kötü erkek karakterdi. Kadınları koruyan, mert, onların üzerine titreyenlerin aksine bencil, aksi ve  kaba biriydi. Hele Georgia'ya teknede yaptığını ben affedemedim. Georgia nasıl affetti anlamadım. Georgia da klasik erkekler için kendini feda eden kadınlardan. Başlarda çok dişli olan Georgia yine adi Bram'a aşık olunca saf bir romantik gibi davranıp işleri mahvediyor. Asıl garip olan Bram'in Georgia'yı kaybettiği an ona gerçekten aşık olduğunu anlamasıydı. Bence rolü başkasına vermesine gerek yoktu. İspat için gazetecilerin önünde söyledikleri yeterliydi. Gerçi o kadar bencil ve psikopat birinin sonradan romantik kocaya dönmesi de mantıksız geldi. Klasik diyorum ya. Ayrıca Georiga'nın eski kocası ve onun yeni karısı Allah'ım öldüresim geldi ya. Bu kadar mı arsız olur bir insan? Georiga'ya gel üçümüz tatile çıkalım diyorlar. Düşünün metresiniz ve eski kocanız ile birlikte tatile çıkıyorsunuz. Bu delilerin arasında baş kadın karakterimizi kutlamadan geçemeyeceğim. 
Georgia'nın aksine hep kötülediğim  Bram'in tek beğendiğim hareketi Georgia'nın eski kocası ve onun karısına davranış şekliydi. En tiksindiğim yeri tekne olayı ve sonlarda Georgia'ya aşık olmadığı halde aşıkmış gibi davranması onun kalbini kırmasıydı. Neyse sonunda evli mutlu çocuklu bir devam filmi gördük. Okuyanlar devam filminin şifresini çözerler. 
Puanım:7

Günümüzde Geçen Romanlar


1 Eylül 2013 Pazar

Westmoreland Serisi 2: İçinde Aşk Saklı


Bu seride baş kahramanımız Claymore dükü Clayton Whitney adlı canlı, kıpır kıpır uçarı bir kıza kafayı takıp onu karısı yapmaya çalışıyor. Royce'nin torunundan da daha azı beklenmez zaten. Kızımız hep düklerin yaşlı ve asık suratlı olmasını düşünen biri ama Clayton ile daha ilk karşılaşmalarında onun kimsenin onu keşfedemediği kılığıyla tanıyan zekasına hayran oluyor. Fakat yüzünü göremiyor. Daha sonra onu fark etmeyen ilk aşkını elde etmek için memleketine geri dönüyor. Dükümüz ise bu kızı elde etmek için babasına kumpas kuruyor. Bu arada ikilimiz santraç maçları yapıp gülüşüp eğleniyorlar. Kızımız başta Clayton'a ısınamasa da evlilikte keramet var sözünden ötürü kocasına aşık oluyor. Bu seferde yanlış anlamalar peşlerini bırakmıyor. Sürekli kavga ve yanlış anlamalarla geçen mücadelenin sonunda tabii ki kazanan aşk oluyor.

Yorumum: Okuduğum en kötü Judith kitabıydı. O kadar sıkıldım ki anlatamam. Kızım artık bir akıllan. Claymor dur uslu demekten dilimde tüy bitti. Kendime işkence ederek kitabı bitirdim. Okusanız da olur okumasanız da. Zaten ilk hikaye ile bağlantısı da yok. Sadece aynı dükalığı yaşatan karakterler. Royce ve Jennifer öleli yıllar olmuş. Bambaşka bir hikaye. 


 Puanım:3

Amerikalı Varisler Serisi 1: Beni Aşka İnandır

Hikayemiz bir baloda başlıyor. Baş kahramanımız Sophia, açık yürekli, iyi eğitimli, Amerikalı zengin bir varis. Ailesinin tek istediği de soylu  bir koca bulup evlenmesi. Sophia annesini koca seçimini yapacak olanın kendisi olması konusunda ikna ediyor. Ve gözü ilk gördüğü andan itibaren yakışıklı ama tehlikeli dük James'e kayıyor. James'in tehlikeli olduğunu öğrenmesine rağmen onunla yakınlaşmaktan kendini alamıyor. Diğer yandan James ailesinin borçlarını kapatmak için zengin biriyle evlenmek zorunda. Bu kişi de bizim tatlı Sophia'dan başka değil. James başta Sophia yerine annesinin çekip çevirebileceği, iyi huylu bir kızcağız arıyor. Lakin Sophia'nın cazibesine kapılıp gidiyor. İkilimiz evlenince işler değişiyor. Sophia kendini bir aşk evliliğe yaptığına inandırıyor. Daha doğrusu kendisi James'e sırıl sıklam aşık. Ama aşkı karşılıklı değil. Sophia oyunu James'in kartlarıyla oynuyor ve sonunda her zamanki gibi aşk kazanıyor. Daha fazla detay verip heyecanı kaçırmadan yorumuma geçeyim.
Yorumum:
Sophia atılgan, tatlı ve cesur bir kızdı. Diğer yandan James kendi  bunalımından  çıkamamış, karısına aşık olmaktan korkan, her şeyin elinin altında olmasına alışmış her zamanki soylu erkeklerdendi. Gerçi James beni diğer soylular kadar uyuz etmedi. Bunun nedeni ikilimizin evlenene kadar gerçekten büyük bir aşk yaşaması. Evlendikten sonra Sophia'yı terk etmesi bana çok dokunmuştu. Yine de James aslında o kadar zavallı geldi ki ona kızamadım bile. Annesi onu dolaba kilitlermiş, babası döver söver kötü davranırmış. Ne yapsın zavallı? Sevgi nedir bilmiyormuş. Sophia'yı görünce her şey değişiyor. O da bu değişimden korkup olanların sadece şehvetten ötürü olduğuna kendini inandırıyor. Kitap genel olarak benim Sophia'ya ''Yürü be kızım!'' James'e ise ''Vah vah!'' dememle geçti bitti. Çabuk bitti beni sardı. Kitaptaki çeviri hatalarını görmezden gelirsek ortalamanın üstünde okuduğunuza değecek bir kitap. Tarihi roman severler kaçırmasın bu seriyi.

Puanım: 8

18 Temmuz 2013 Perşembe

Dünya'nın İlk Günü (İmparatorluk Serisi)


Bir sultan, bir elçi ve bir yeniçeri... Üç farklı bakış açısıyla yazılmış çok güzel bir roman tanıtacağım şimdi sizlere.
Kitap diğer kitapların aksine çok farklı bir anlatımla yaklaşmış olaylara ve İstanbul'un Fethini HARİKA bir yorumla anlatmış.
Önce Fatih'in çocukluğu, nasıl yetiştiği, tahta çıkışını okuyorsunuz. Kitap yavaş yavaş olayların içine çekiyor sizleri. bir zaman sonra sanki fetih gerçekleşirken orada izliyormuş hissi uyanıyor. Belki de bir karakterde can buluyor aniden kişiliğiniz.
Sadece ana karakter de değil yan karakterler de gayet güzel işlenmiş. Hepsinin ayrı bir ağırlığı var.
Kesinlikle okumanızı tavsiye ederim.

Dünya'nın İlk Günü Tanıtım Videosu

Cankurtaran


1. Bölüm


       Yaz  tüm güzelliğiyle renklendirirken dünyayı güneş masum göz kırpışlarıyla yakıp kavuruyordu .Zümra  5 yıldızlı bir otelde ailesiyle güzel bir yaz tatili geçiriyordu.Ama her şeyin bir tatili olmasına karşın  ailede Zümra gündemi maalesef tatile çıkamıyordu.

Fırat:Abla nasılsın bugün?
Zümra:Senin bu kuşku uyandıran sözlerini duyana kadar gayet iyiydim.
Fırat:Aşk olsun  nasıl olduğunu merak ettim sadece.Neden bir sebep arıyorsun ki?
Selma:Tamam sabah sabah sizi çekemem.Tatilde bari rahat edelim yavrum.
Zümra:Elbette anneceğim.
Fırat:Yağcı sende.Tamam anne.
Kemal:Günadın herkese.
Selma:Hadi herkes uyandığına göre kahvaltıya inebiliriz.

Kahvaltıda…

Fırat:Anne ben kahvaltıdan sonra havuza gideceğim.Beraber gidelim derdim ablacığım ama malum…Seni kurtaracağım derken bu güzel günü heba etmek istemiyorum.
Zümra:Çok komik.
Selma:Fırat ablanla biraz daha saygılı konuşmayı dene.
Fırat:Belki simit ve kolluk takarsa olur.Hayır sadece birini taksın diyeceğim ama onun mükemmel şansından birine mutlaka bir şeyler olur.
Kemal:Yeter artık bu kadar şamata ablanla gidiyorsun.Bu kadar abartmasan belki yalnız git derdim ama kendin kaşındın.
Zümra:Pışık…
Havuzda
Zümra:Ya bi ıslanıp çıkacağım fazla açılmam merak etme.Hem çıkınca krem süreceksin unutma.
Fırat:Aman boğulma da ne istersen onu yap.Ben sen çıkana kadar girmeyi düşünmüyorum zaten.

Elbette ki cankurtaranların da gözleri havuzdaydı ama içlerinden biri henüz işine adapte olamamıştı.Aklı hala babasının sözlerindeydi.
Merih ne bu sınav sonucu!O kadar özel ders ,dershane… O kadar parayı ha çıkıp bir binadan savurmuşum,ha dershanecilere yedirmişim aynı nane. Yok sana rahat battı galiba.Ha yeniden hazırlanırım.İşte yeniden dershaneye kaydolurum gibi bir fikre kapılırsan da yanılırsın.Artık ne halin varsa göreceksin.Bizim meşhur dükyanda çalışırsın mesela.Yeniden o kadar masrafa giremem duydun mu beni.

 Beyninde yankılanan bu sesi bir kenara bırakma yetisi bulmuştu kendinde neden sonra.Yeniden görevinin önemini hatırlayarak havuzdakileri incelemeye başlamıştı.
Fırat:Garson bakar mısın?

Garson:Buyr…
Fırat:Ahh..Ne yaptığını sanıyorsun sen böyle.İnanmıyorum ya.
Garson:Yardım ediyim efendim.
Fırat:İstemez gidip değişeceğim.
Bir an için Zümra’nın havuzda olduğunu unutmuştu.Ne olurdu sanki biraz kendine hakim olabilen biri olsaydı.Ama adı bir kere aykırı kaçıyordu tüm bu sadeliğe Fırat'ın.
Zümra ise havuza girmişti ama kenar kenar gidiyor ve rezil olmamak adına elinden geleni yapıyordu.En sonunda merdivene kadar gelmişti.Artık çıkması gerekti.Güzelce çıktı havuzdan.
Gül:Aaa kimler varmış burada..
Zümra:Gül sen burada mıydın ya.Hiç haberim olmadı bak.Okullar kapanınca yüzünü gören cennetlik.
Gül:Tamam ya bırak şimdi sorgu suali.Ben de arkadaşlar buldum kendime.Takılıyoruz işte.Bak tanıştırıyım seni.Çocuklar bu arkadaşım Zümra.
Cihan:Memnun oldum.Madem Gül’ün arkadaşısın ondan sonraki sırayı sana verelim aramıza hoş geldin demiş oluruz hemde.1 2 3…Hadi hep birlikte yeni kurbanımız Zümra.
Gül:Durun..

Gül Zümra’nın pek iyi yüzme bilmediğini çok iyi biliyordu ama bunu anlatacak kadar zaman bulamamıştı maalesef.İşin kötü tarafı o da kurtaracak kadar iyi sayılmazdı.
Zümra’yı iterken herkes onunla atlamış ve arkadaşlar birbirine şakalar yapmaya başlamışlardı.Zümra ilk başta yüzebileceğini düşünse de bu fikrin yanlış olduğu ortadaydı.Fırat’tan ses yoktu.İyi ama kimse fark etmiyor muydu?Aksi gibi sesi de kısıktı.Su yuttukça da iyiden iyiye sakinliğini yitiriyordu.
Merih birden birinin suya batıp çıktığını fark etti.Ama bir türlü boğulup boğulmadığına karar veremiyordu.O halde bir insan için oldukça sakindi.Bu karar aşamasının ardından suya atlayıp kısa zamanda boğulan kızın yanına vardı.Bir koluyla kızı tutup nefes almasını sağlamış diğer kolunun yardımıyla da sırt üstü yüzerek kızı çıkarmıştı.
Merih:Açılın.Nefes almasına izin verin.
Zümra klorun hafiften yaktığı gözlerini yavaşça aralamıştı.O buğday tenli delikanlı soran endişeli gözlerle bakıyordu kendisine.
Merih:İyi misin?
Zümra:Evet iyiyim.
Merih:Sakın.Biraz böyle kal.Nefes alıp verişin düzene girene kadar.
Zümra başıyla onaylamıştı söyleneni.
Gül:Öyle gördüğünüz herkesi havuza itmek de neyin nesi?Ya ona bir şey olsaydı.Yaz siz cankurtaran bey ölünce mi çıkarmayı planlıyordunuz?
Merih:Öyle sakindi ki ben bir an karar vermedim.
Zümra:Abartmayın artık ya.Ben iyiyim.Gül sakinleş biraz.Size de teşekkür ederim.Hayatımı kurtardınız.
Merih:Ne demek vazifem.Gerçekten kusuruma bakmayın bu ilk günüm ve o kadar sakindiniz ki emin olamadım.
Zümra:Dediğim gibi endişelenecek bir şey yok.
Gül:Gel canım biz yukarı çıkalım.İyi günler size de.
Merih:İyi günler.

Eve gittiğinde ise daha büyük çaplı bir panik havası vardı. Gül her şeyi bir çırpıda anlatmıştı.

Fırat:İnanamıyorum ya iki dk ortadan kayboldum başına gelmeyen kalmamış.O garson o kadar sinir etti ki beni. Afedersin daha dikkatli olmalıydım.
Selma:Kızım!Ne oldu sana böyle.Hiç haber de vermiyorsunuz.Başkalarından öğreniyorum olanları.Aşk olsun size yani.
Zümra:Anne endişelenecek bir şey yok.
Selma:Merak etmeyin artık bu işe bir el atmamın vakti geldi anlaşılan.


16 Temmuz 2013 Salı

Westmoreland Serisi 1i: Düşler Krallığı

Julia'dan sonra en iyi tarihi kitap yazarı Judith McNaught'un soğuk ve sert iskoç beyleri ile cesur ve güzel kadınlarıyla tanışmaya hazır olun. Westmoreland Serisinin ilk ve bana göre en iyi  kitabıdır bu kitap.
Hikayemiz Kurt lakaplı soylu savaşçı Royce'nin, iskoç dükünün kızı Merrick ve onun kız kardeşini rehin almasıyla başlar. Merric çok çetin ceviz bir kızdır. Ona doğunun incisi de derler. Annesini kaybedince gaddar babası ve kardeşleri ile yaşamak zorunda kalmıştır. Bu da onu çok güçlü bir karakter haline getirmiştir. Merric, Royce'den kaçmak için her şeyi yapar. Ama sonunda hep çuvallar. Bu sırada başta birbirlerini öldürmek isteyen ikilimiz arasında bir sevgi doğar. Royce, Merric'e çok bağlanır onu elinde tutmak için kız kardeşini kullanarak Merric ile yatar. Fakat, Merric'in kardeşi onu Royce'den kurtarır. İkilimiz düşman ülke çocukları olduğundan yanlış anlamalara maruz kalırlar. İngilizler Merric'e sürtük derler. İskoçlar ise Merric Royce'yi kandırdığı için onunla alay ederler. Dedikodular baş gösterince bunu önlemek isteyen kral, Royce ve Merric'i evlendirir. Royce'yi de Claymore Dükü ilan eder. Merric bekaretini elinden alan kocasından başta nefret etse de ona olan aşkı her şeye üstün gelir. İkilimiz mutlu mesut yaşarlar. Lakin bu da uzun sürmez bir yanlış anlama sonucu Royce Merric'in kardeşini öldürür. Bundan sonrasını yazmayayım baya bir bölümü özetledim. İkilimizin sonunu okuyup görün. Gerçi her roman gibi bununda nasıl bittiği belli. 
Kişisel Yorumum:
Beni Julia kadar etkilemese de etkileyici bir dili var Judith'in. Ama her karakteri birbirinin aynı. Kötü, acımasız erkekler, yabancı gelinler. Bir sürü yanlış anlamalar. Bunlar klasik tarihi roman karakteri özelliği olsa da beni bazen sıkıyor. Bu kitap ta öyleydi. Aşırıydı. Bazılarına göre bir şahaser olan bu kitapta benim için eksik kalan bir şeyler vardı. En basiti, Bridgerton erkeklerinin inceliği Kurtta yoktu. Bildiğin öküzdü. Ve kızımız cesur ama saftı. Yanlış anlamalar zaten sinirlerimi zıplattı. Öte yandan Royce çok kabaydı. Hadi geçtim hepsini tam mutlu olacaklar derken sen git kızın abisini öldür. Hem de suçsuz yere. Kızın yerinde ben olsam daha bile kötü davranırdım. Çok yumuşak davrandı. Asla da affetmezdim. Yazar bu yüzden abartmış. Kardeşini öldürtmeseydi bu kitaba 10 puan verecektim. Fakat kardeşini öldüren biriyle ne yaparsa yapsın kızın barışmasını midem kaldırmadı. Bu yüzden;
Puanım: 7

15 Temmuz 2013 Pazartesi

Ejderha Serisi 1: Ejderin Aşkı

Uzun süredir kitap tanıtımı yapamıyordum. Ama sizlere çok değişik bir seriyle geri döndüm. Serimizin adı ''Ejderha Serisi'' adından da anlayacağınız üzere ejderhaları ve hayat eşlerini bulmalarını anlatıyor. Ama bu ejderhalar öyle bildiğiniz gibi değil. İnsana dönüşüyor, büyü yapabiliyor, konuşabiliyor, dahası insanlara aşık olabiliyor. Ejderin Aşkı biraz ters başlamış bir kitap. Aslında kitap 2 ayrı hikayeden oluşmakta. Ters olmasının sebebi ise kral ve kraliçenin hikayesini ikinci bölümde vermeleri bu yüzden size tavsiyem önce kitabın 2. Bölümü olan Ateşler ve Zincirlerden başlamanız diyor, 2. bölümden tanıtımıma başlıyorum. Hikayemiz şımarık ejder prenses Rhiannon ve korkusuz ejder savaşçı Bercelak'in aşkını işliyor.  Prensesin annesi ondan hayatı boyunca nefret etmiştir. Çevresindekiler prensesi sürekli hor görüp, ezmişlerdir. Bu da yetmezmiş gibi annesi, prensesi hiç sevmediği savaşçı Bercelak ile evlendirmeye kalkınca prenses isyan bayraklarını çeker. Nefret ettiği kindar savaşçı Bercelak ile evlenmek istemez. Ama Bercelak prensese gördüğü ilk andan beri aşıktır. Ve onunla evleneceğini duyunca sevinçten ağzı kulaklarına varır. Lakin inine gittiğinde prensesi kapısında bulunca sevinci kursağında kalır. Çünkü prenses insan şeklindedir ve ejderha bedenine geri dönememektir. Bercelak prensese ne kadar aşıkta olsa onu kendisine aşık etmek için zorba tekniklere başvurur. Başarır tabii ki. Kitabın sonlarına doğru Kraliçe Bercelak'tan kızını öldürmesini ister. İki arada bir derede kalan savaşçı hayatı pahasına sevgilisini korumaya karar verir. Bu işte onlara Bercelak'in çapkın babası yardım eder. Ve kraliçeyi deviren prenses onun yerine ejderhaların kraliçesi olur. Bercelak ile damgalanarak hükümdarlığını yönetir. Ve altı küçük ejder doğurur. İşte bizim asıl hikayemizde bu altı ejder yavrusunun aşkları...

Gelelim asıl hikayemize; 2. bölümün sonunu okuyanlar en son anne ve babalarını basan minik ejderleri görmüştür. Bunlardan en büyükleri kara ejder Fearghus bir prens olmasına rağmen ininde yaşayan, asosyal, öfkeli, kimseyi yakınına yaklaştırmayan bir ejderdir. Onun böyle olmasının sorumlusu tabii ki babası Bercelak. Aslında dedesi demeliydim. Nitekim Bercelak'in çapkın babası uçkuru düşük ejderha çocuklarını katı yetiştirmeseydi tüm bunlar olmazdı. Yinede ben sevdim bu torunları. Babalarından daha romantikler. Öhöm! Öhöm! Konudan birazcık saptım sanırsam. Neyse bu huysuz ejderimiz ininde uyurken dışarıdaki savaşın gürültüsüne dayanamayıp, savaşa müdahale eder. Savaş meydanındaki herkes ondan deli gibi kaçarken, Kanlı Annwyl, kaçmaz ve kaderine razı olur. Kızın cesaretinden etkilenen Fearghus, insanlardan uzak durmak istese de onu inine götürür. Ve iyileştirmek için kız kardeşinden yardım ister. Kardeşi Morfyd, bir beyaz ejder cadıdır. Ama insanlar onu cadı sandıkları için yüzünün bir bölümünü kesmişlerdir. Buna Annwyl'in abisi Kasap Lochan neden olmuştur. (Gerçi bunlar abi kardeş çatlaklar.) Annwyl kendine geldiğinde çoktan Fearghus için bir şey ifade etmeye başlamıştır. Annwyl, Fearghus'tan abisini yenmek için yardım ister. Başta buna karşı çıksa da ejderimiz sevdiği kadını kıramaz ve kabul eder. Böylece ejderimizin çift taraflı yaşamı başlamış olur. Gündüzleri insan kılığında kızımızı eğitirken geceleri ejder olarak onunla sohbetler eder. Kızımızda gündüzleri ona kılıç kullanmayı öğreten şövalyesiyle yatarken, geceleri ejderinin sırtında uyur. Gerçi her zaman ejderini daha çok sevmektedir. (Diyorum ya çatlak diye) Günler böyle akıp giderken bir gün ejderin babası Bercelak çıkagelir ve kızımız onun kuyruğunu kopartır. (Burada çok gülmüştüm. Çok saçma geldi.) Bu arada  kızımız, Fearghus'un aslında şövalyesi olduğu gerçeğini fark eder. Arkasından anlayacağınız üzere onu terk eder. Ama ejderimiz allem eder kallem eder sevgilisinin kalbini yeniden kazanmayı başarır. Önlerindeki en büyük engel kraliçedir. (Cadı Rhiannon, hala ilk kitaptaki kadar uyuz ve Bercelak hala onu zincirliyor. Ne fantezi ama!) Kraliçe Annwyl'den hoşlanmış olacak ki ona 600 yıl ömrü uzatacak bir büyülü tılsım verir. Bu da Annwyl'in abisini yenip savaşı kazanmasını sağlar. Savaşı kazandığı içinde otomatik olarak bir kraliçeye dönüşür. Fearghus kendini ona layık görmez, lakin Annywl çok inatçıdır. Savaşı kazandıkları gece ikilimiz damgalanır. (Anne babaları kadar abartmazlar.) Sabahında, Fearghus inine geri döner. Aradan bir yıl geçer. Anywyl hala kocasına geri dönmemiştir. Bunun üzerine Kraliçe, deli gelinini oğluna geri dönmesi için tehdit eder. Ama bizim deli kız hiçbir şeyden korkmaz. Hatta kraliçeye en sinir olacağı sözleri söyler. Yine de kaynanasını dinler ve kocasının inine geri döner. Sonunda ejderhasıyla birlikte inde yaşayıp, işleri oradan yönetmeye karar verirler.

Kişisel Yorumum: Yazarken dayanamayıp, yer yer sıkıştırdığım yorumlarım olsa da asıl yorumumu şimdi yapacağım. Ejderin Aşkını okurken, bir ara sıkıldım. Tam bitti her şey derken yeni bir olay başladı. Kurguda bir şeyler eksik geldi bana. Sonra Annwyl'in tavrı berbattı. Çok, şımarık ve cesur karakter gördüm ama bu kadar patavatsızını görmedim. Kraliçeyi geçti aşırılıkta. Adı tam ona göre olmuş. Kız, cidden kan görmeye bayılıyor. Savaş olsun gider öldürür adamları mutlu olur bu kız. Ejderhalardan korkmaz. Öleceğini bile bile gider saldırır. Ama abisinden korkar. Diyorum ya deli bu kız diye. Sonra Bercelak o kadar heybetli bir savaşçının minik bir kıza yenilmesi de saçmalık abidesiydi. Kardeşlerin atışmaları da olmasa kitap okunmaya değmezdi. Okuyanlar ahım şahım aşk beklemeden orta derece bir beklentiyle okurlarsa memnun kalacaklardır. 


Puanım: Birinci kitap için :5
İkinci Kitap için:6





31 Mayıs 2013 Cuma

Ters Dönüşüm Devamı



Bölüm 11 A Avcı ve Vampir Savaşı (Jack)
Annemle babamı uğurladıktan sonra vakit kaybetmeden çeteyle buluştum. Dan karanlık olunca hareket etmemizi söyledi. Her zamanki gibi tedbiri elden bırakmıyordu. Ben de ona uydum. Çeteyle olan hazırlıklarımızı bitirdik. Gece çökünce herkes yerini aldı. Karargahı kuşattık. İçeriye ilk Gorden ve ekibi girecekti. Biraz iri ama yakışıklı bir vampirdi Gorden. Esmer bir teni ve simsiyah gözleri vardı. Ateş elementini yönetebiliyordu bu yüzden avcılardan biri onu öldürmeye kalkarsa hiç şüphe yoktu ki zavallıcık yanarak ölecekti. Eskiden olsa bu beni ilgilendirmezdi. Ama ya aynı şey Jenny’imin başına gelseydi diye düşünmekten kendimi alamadım. Ona zarar verecek hiçbir canlıyı yaşatmazdım. İnsan ya da vampir, buna babam da dahil. Gece 1 olunca işaret vermemle birlikte Gorden ve ekibi duvarları aştılar. Ve aşmalarıyla alarma yakalanmaları bir oldu. Bunu bekliyorduk. Asıl hedefimiz ön bahçede karışıklık çıkartıp Jenny’inin odasına ulaşmaktı. Gözlerimi kapatıp Jenny’i hayal ettim. Onun kokusunun beni sarması ve bana yol göstermesini bekledim. Ve odasını buldum. Dan’e beni duvarın arkasında beklemesini ve hiçbir şekilde savaşa müdahale etmemesini emrettim. Başına bir şey geleceğinden değil, Dan bir anlık kontrol kaybıyla tüm avcıları öldürmesin diye. Dan kızgın olduğu zaman onu durduracak tek kişi Blair’di. Ama oda şu an yanımda değildi. Dahası Blair’de en az Dan kadar avcılardan nefret ediyordu. Bu yüzden ne olursa olsun Jenny ile ilgili gerçeği öğrenmesine izin veremezdim. Avcılar saldırmaya başladılar. Gorden verdiğim emirle sadece kendini ve çetesini koruyordu. Avcılara zarar vermiyordu. Ve ben aşkımın penceresinin önüne gelmiştim. Pencereyi tırmandım ve Jenny elinde bir vampir silahıyla karşımda belirdi. Beni bekliyordu belli ki. Pencereyi tamamen açtı. Ve beni delirten o güzel sesiyle hoş geldin Prens J dedi.

11 B İnanılmaz Gerçekler (Jenny)
[Savaş çıkmadan bir kaç saat önce]
William Morgan ile ilgili araştırmalarıma devam ettim. Hangi kitaba baksam aynı cümleler yazıyordu. Belli ki burada bir şey bulamayacaktım. Ama babamın günlüklerinde kesin bir şeyler yazıyordu. O şimdiye kadar ki en gözü pek avcıydı. Ve William Morgan ile görünenden fazlasını bildiğine emindim. Gizlice babamın çalışma masasından günlüğü aldım. Şifreyi açmak benim için bebek oyuncağıydı. Çünkü babam şifreye benim doğum tarihimin sondan yazımını koymuştu. Çocukken bunu ben rica etmiştim. Onun yaptığı oyuncaklar hep şifreliydi ve aklımda tutmakta zorlanıyordum. Bazen en kolay şey aslında bulunması en zor olandır. Kimse babam gibi bir dahinin böyle basit bir şifre koyacağını tahmin edemez. Günlüğü okumaya o tarihten başladım. Büyük bir mahkeme kurulduğundan bahsetmişti babam. Her yerin kan gölü olduğundan. Ve Stan’den babam masum diye ağlayan o küçük çocuktan. İşte bu çok garipti çünkü şimdiye kadar hiçbir kayıt Stan’den bahsetmiyordu. Sayfayı çevirdim. Vampirin suçu aynıydı. Katliam ve kendini açık etme. Ama bu vampir kendini hiç savunmamış kenarda öylece oturmayı seçmişti. Mahkemeye Jack’in babası hakimlik ediyordu. Ve tüm suçlamaları sabırla dinlemiş sonra da oğluyla özel olarak konuştuktan sonra William’ın idamına karar vermişti. Yani bu kadar basitti. Koskoca kral o sıralar insan yaşıyla 10 yaşındaki oğlunun dediklerine inanıyordu. Jack vampir yaşıyla belki 100 yaşında olabilirdi. Ama o sırada sadece 10 yaşında bir çocuk kadar tecrübesi vardı. Babam bu sayfada mahkemeye katılanların ismini de not almıştı. Hepsini avcılık kitaplarımdan biliyordum. Sadece biri hariç James B. Bu James B kimdi? Onun adını hatırlamaya çalıştım. Ama bir türlü kim olduğunu çıkartamadım. Keşke derslere biraz daha çalışsaydım diye düşündüm. Fredy yanımda olsaydı kesinlikle James’in kim olduğunu bilirdi. Ama oda şu anda antrenmandaydı. Arka sayfayı çevirdiğimde o sayfanın yırtılmış olduğunu ve mahkemenin sonucunda olanların yazıldığını gördüm. Acaba o sayfa nereye gitmişti? Babamın günlüğüne bile yazamadığı büyük sır neydi? Kayıp sayfayı bulamazdım belki ama ip uçlarını birleştirebilirdim. Sayfaya dikkatle baktım diğer sayfanın önünü ışıkla aydınlatarak önceki sayfanın izlerini taradım. Tek bulabildiğim tüm sayfanın Jack’in adıyla dolu olduğuydu. Yine de pes etmemeye kararlı olduğumdan defteri çantama attım. Ve odadan çıktım. Tekrar kitaplarıma gömülüp James B’nin kim olduğunu araştırdım ama hiçbir kanıt bulamadım. Sonra arşive inip o günkü mahkemenin kayıtlarını buldum. Vampirler bu kayıtları avcılara özellikle yollamış olmalıydılar. Onlardan kurtulmanın kolay olmadığını anlamalarını sağlamak için. Ayrıca William Morgan’ın olayı, avcılar ve vampirlerin birleştiği ilk mahkemeydi. Ve çok büyük önem taşıyordu. Bunu biz genç avcılara niye söylemediklerini merak ettim. Ya da ben o derste uyuyor muydum? Kaseti alıp odama, bilgisayarımın başına geçtim. Baştan sona izledim. Ve kitaplardan farklı bir şey göremedim. Tam Cdyi çıkartacakken Stan’in gözlerinde beni etkileyen bir şey oldu. Stan Jack’in oturduğu sandalyeye bakarak Katil, sen yaptın! Her şeyi sen yaptın! Suçu babama atıyorsun! Diye bağırmaya başladı. Her yerden gelen uğultu seslerine karşılık Jack sesini bile çıkarmadan uslu uslu Stan’i dinliyordu. Tıpkı bana karşı haksız olduğunda takındığı rahat tavır gibi. İşte o zaman gerçek suçluyu gördüm. Gerçek suçlu Jack’in ta kendisiydi. Ve ben bunu ortaya çıkartıp Stan’e yardım edecektim. Her ne kadar Jack’in kalbine kazık saplamak benim içinde ölüm anlamına gelse de artık daha fazla masumun acı çekmesine seyirci kalamazdım. Günlüğümü açıp içimden gelen her şeyi yazmaya başladım. Tüm duygularımı, tüm isyanlarımı, tüm aşkımı. Bir türlü uyuyamadığım için televizyon izlemeye başladım saat 12.57 gibi bir gürültüyle yerimden fırladım günlüğü çantama attım ve silahımı elime aldım. İşte sonunda olmuştu. Jack benden sıkılmış ve canımı almaya gelmişti. Ama bunu yaparken bütün bir avcı ırkını da kazımaya karar vermişti. Hangi akla hizmet ona güvenip karargahın yerini bilmesine izin verebildim? Aşağıda ki vampir savaşından kaçıp odamdaki pencereyi araladım ve elimdeki silahla onu bekledim. Çok geçmeden penceremde belirip, o muhteşem gülümsemesiyle bana bakmaya başladı… Bu sefer olmayacaktı. Bu sefer ona olan nefretim aşkımı yenecekti.

Yazan:vanicela







27 Mayıs 2013 Pazartesi

Hikayeler


Merhaba arkadaşlar bu bölümde yazdığım küçük hikayeleri yayınlayacağım. Sizlerin de yayınlanmasını istediğiniz amatör çalışmalarınız varsa onları da listeye ekleyebilirim. Bana ulaşmanız yeterli. 


Ters Dönüşüm


BÖLÜM 1 İLK GÖREV(Jenny)
Daha önce hiç bu kadar korktuğumu hatırlamıyorum. Aslında sürekli söylerler bir şeye bakmakla görmek aynı değildir diye .
Ama ne olursa olsun bu görevi başarmalıyım. Çünkü bu benim ilk görevim etrafımda 20 tane vampirin olması bile durumu değiştirmez. Çünkü şu an bende onlardan biriyim. Sarı uzun saçlarım yuvarlak yüz hatlarım ve mavi gözlerimle onlar kadar cazibeli bir görünüşe sahibim.Ayrıca 5 yaşından beri soğutma ilaçları kullanıyorum onlara yakın bir derim var. Hızlı da koşarım. Zaten bu özellikler sayesinde çok zor olan özel sınıf sınavlarını verebildim(Sadece vampirler verebiliyor bu sınavları) Ve en güçlü ve zekilerin bulunduğu vampir sınıfına girebildim.
Sınıfın tamamı kendini insan gibi gösteren vampirlerden oluşuyor. Prensin bu sınıfta olduğuna hiç şüphe yok. Yinede beni aralarına alabilmeleri için bir kaç testi daha geçmeliyim.Ben bunları düşünürken hocanın;
- Bayan Jenny lütfen kendinize bir yer bulun. Diyen sesiyle kendime geldim.
- Tamam.dedim
-Burası boş diyen bir çocuğun yanına oturmayı seçtim
ve ani bir hareketle elime değdi, eli soğuktu.Ama benimki de soğuk olduğundan bana ılık geliyordu.
Sonra kısa bir an gözlerimin içine baktı. İşte o an onun ne kadar muhteşem göründüğünü fark ettim.
Daha öncede vampir görmüştüm ama bu kadar yakışıklısıyla ilk defa karşılaşıyordum. Kumral saçları, buz mavisi gözleri, ve soğuk teniyle normal biri olmadığını belli ediyordu.
Ama bana bakışları sanki eğleniyor gibiydi.Sonra tanıştık.
-Merhaba ben Jack Adminostar dedi.
Bende Jeny Blackstone dedim.
Onunla tanışmak çok ürkütücüydü.
Sonra kısa bir an arkasına dönüp bir işaret çaktı. Ama ben ne anlama geldiğini anlayamadım.
Arkamdakileri incelemeye başladım. Kız model gibiydi. Yanında ki çocuk biraz daha şeytanimsi duruyordu. Ama o da çok yakışıklıydı. Yine de soğuk bir hava geliyordu ondan.
Onlara baktığımı fark eden kız bana çok dostça adının Blair olduğunu ve yanındaki çocuğunda adının Daniel olduğunu söyledi . Onunla tanışmak az önceki kadar korkunç değildi. Bu narin kız tersine bende arkadaşlık
isteği uyandırıyordu.
Teneffüs zili çaldı. Arkamdaki kız bana onlarla çıkmayı teklif etti tabii ki kabul ettim. Kulağıma onlardan biri olduğumu bildiğini söyledi.
Şimdiye kadar her şey plana uygun gidiyordu ama nedense içimde bir şeylerin değişeceğine dair kötü bir his vardı. Ders zili çaldığında nedenini anladım. Şimdi beden dersiydi ve ben en iyi performansımı göstermeliydim.
voleybol sahasına giderken yeni tanıştığım Blair adlı kız bana dikkatli ol, bu maçı insanlarla yapacağız dedi. Rahatlamıştım.Çünkü bu hızımı yavaşlatarak rol yaptığımı düşünmelerini sağlayacaktı.Voleybol maçı sırasında kendimi çok yordum.Ama buna değdi. Ders sonunda bütün kızların yeni gözdesi olmuştum. Kendini saklamayı başaran mükemmel vampir. Blair bana'' sen tanıdığım en yetenekli oyuncusun nerdeyse ben bile insan olduğuna inanacaktım.'' dedi.
Tabii ki buna güldüm. Ama içimde fırtınalar kopuyordu.O sırada yanımıza derste yanımda oturan çocuk ve arkadaşları geldiler. Gene o garip ifadeyle bana gülümsedi Ve aramıza hoş geldin çaylak vampir dedi. Ne kadar rahatlamıştım. Ders sonunda hoca yeni olduğumdan sınıfı toplama görevini bana verdi. Buranın ne garip kuralları vardı böyle. Daha önce hiçbir yerde yenilere bu kadar yüklenildiğini görmemiştim. bugün sınıftaki bütün soruları bana yönelttiler ve bütün ıvır zıvır işleri ben yaptım.
-Hey yardıma ihtiyacın var mı? diye sordu Jack.
-Sağol sen tahtayı sil bende yerleri dedim
Tanrım neden Jack'ın yanında bu kadar geriliyordum Sonuçta o bir vampirdi ve bende avcıydım ama korkmam için bir sebep yoktu. Nasıl olsa beni kendinden sanıyordu. Ve böyle nazik birinin kötü bir vampir olması imkansızdı.
Temizlik bitince Jack' e teşekkür ettim. Ve bana muhteşem bir gülümsemeyle karşılık verip, bir şey değil dedi. Sonra evime kadar bana eşlik etmek için izin istedi.Ben ne kadar olmaz desem de ısrarlarını sürdürdü. Kabul etmezsem bir şeylerden şüphelenecekti bu yüzden kabul etmekten başka şansım yoktu. Onu sahte evime götürdüm. Burası vampir arkadaşlarımı getirmem için yapılan sahte bir evdi.
Ona teşekkür etmek için arkamı döndüm, tam o anda önümden bir ışık şeridi geçti. Jack'i unutup ilk görevimi başarmanın mutluluğuyla yoluma devam edip karargahımıza vardım. Ve birden belimden biri beni yakaladı. Kurtulmaya çalışırken çoktan ormana varmıştım. Karşımda Jack'i gördüğümde çok şaşırdım bana söylemek istediği bir şey olduğu her halinden belliydi. Önce işi makaraya vurup, çok geç oldu. Yarın görüşürüz dedim. ''Bana vampirlerin saati yeni başlıyor. ''dedi. Haklıydı. Sonra bana yaklaştığında kan kırmızı gözleriyle karşılaştım. Jack artık ilk gördüğüm gibi muhteşem görünmüyordu. Şu an avını avlamanın verdiği keyifle üzerime doğru gelen bir canavardı. Silahıma davrandım. Ama o benden önce davranıp silahı alıp, fırlattı. Bana korkunç bakışlarıyla;''Iı, o kadar da değil benim çaylak küçük vampirim dedi. Sesi tehlike doluydu.O anda öleceğimden emindim. Birden Jack'ın gözleri tekrar mavi oldu. Ben korkudan donmuşken, o kahkahalarla gülüyordu.
Hemen sonra nedenini anladım. Bana dönüp:''Demek beni arıyordun, vampir avcısı. Ben Prens J dedi. O anda en büyük ve korkunç düşmanımla karşı karşıya geldim. Bundan sonra benim için hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.


2. Bölüm Anlaşma(Jenny)Bana bunları söylerken bile yüzündeki gülümsemesi hiç bozulmuyordu. O pis katil bebekleri katletmiş acımasız canavar karşımda duruyor ve bana gülümsüyordu. Cidden bu kadarı da fazlaydı. O anda ona karşı hissettiğim nefret kat be kat artıyordu. Uzunca bir süre beni süzdü. Ve sonra konuşmaya başladı. Aslında beni baya şaşırttın, buraya kadar geleceğini hiç düşünmemiştim. Hemen falso vereceğini sanmıştım. Ama sen sandığımdan da yeteneklisin çaylak vampir dedi.
Tanrım aklından neler geçiyordu bunun böyle. Beni yakalamıştı işte biran önce öldürseydi ya sonra karşıma geçip, saçlarımı eline aldı ve'' Artık benim oyuncağımsın.'' dedi.
''Okula girmene ve diğerlerini kandırmana yardım ettim. Bu benim hakkım, şimdi ben ne istersem onu yapacaksın.'' Dedi.
Ona onun oyuncağı olmayacağımı beni öldürmesini söyledim . Bana kızgın bir bakış atarak ''bunu isteseydim çok önceden yapardım.'' dedi. Bana bir adım daha yaklaştı. Buz mavisi gözlerinin bir an için beni donduracağını sandım. Sonra yine gülümseyerek ''seninle bir anlaşma yapacağız çaylak vampir ''dedi. Seninle hiçbir anlaşma yapmam dedim. Evet, cidden kızmıştı. Kolumu sıkıca tutarak ''senden önce aileni öldürmeme ne dersin?'' dedi.
Ona bunun imkânsız olduğunu, ailemin çok yetenekli avcılar olduğunu söylemek istedim ama karşımdaki tanıştığım kibar çocuk değil, aranan yenilmez kötü Prens J idi. Bu yüzden tek söyleyebildiğim anlaşma yapalım oldu.
Şimdi gülümsüyordu. Önceki korkunçluğundan eser yoktu. Bana döndü ve ''artık benim sevgilimsin'' dedi. Ne saçmaladığını ya da aklından neler geçtiğini bilmiyordum Ama ona istediğini vermekten başka seçeneğim yoktu. Sonra beni öptü ve'' iyi geceler aşkım rüyanda beni gör ''dedi. Ve anında gözden kayboldu. Başka seçeneğim yoktu. Bunu kimseye anlatamazdım. Çünkü karşımdaki bu süper güçlü vampirle baş edecek kimse yoktu. Bunu yalnızca ben başarabilirdim, tabi onu savunmasız yakalayabilirsem.
Eve geldiğimde herkes büyük bir heyecan ve merakla beni bekliyordu.Onlara her şeyin yolunda olduğunu bu işi başaracağımı söyledim. Kimsenin daha ilk günümde çuvalladığımı öğrenmesini istemedim. Sonradan öğrendiklerinde hayal kırıklığına uğrayabilirlerdi. Ama onlar öğrendiğinde ben muhtemelen ölü olacaktım.
Sabah okulun kapısının önünde onu beni beklerken görünce hiç şaşırmadım tabii ki yeni oyuncağını bekleyecekti.
Yanında Blair şu soğuk Daniel ve Roberta vardı. Blair bana sıkıca sarıldıktan sonra ''ağabeyimi kapabilecek bir kız olduğunu hiç bilmiyordum ''dedi. Ne abisi mi? Olamaz bunca derdin arasında birde vampir prensesle kanka olmuştum. Jack beni ondan kurtararak ''bu kadar yeter sevgilimle beni yalnız bırakın.'' dedi
Ve o an hepsi kayboldu. Ona benim vampir olduğuma neden bu kadar kolay inandıklarını sorduğumda bana tek bir şey söyledi. ''hipnoz'' evet onları benim vampir olduğuma inandırmak için tabii ki hipnoz kullanmıştı. Sonra bana dün gece rüyanda
''Beni gördün mü?'' dedi. Ona seni görseydim rüya değil kabus olurdu yanıtını verdim. Buna kızmak yerine sadece kahkahalarla güldü. Ben daha ne olduğunu anlamadan bana sarılarak'' bu hoşuma gitti işte daha önce kimse bana karşı gelecek cesareti gösterememişti. Çok cesursun aşkım'' dedi. Sonra beni çekiştirerek sınıfa soktu. Bu gün soruların hiçbiri bana değildi. Demek ki dünkü tüm o şeyler onun planıydı. Beni zorlarken eğleniyor muydu, acaba? Hiç şüphesiz evet bu acımasız vampir için her şey eğlenceydi . Onun için bir sürü insanı öldürmüyor muydu zaten? Zamanı gelince beni de öldürecekti. Ama ondan önce onu öldürmenin bir yolunu bulacaktım. Öğle arası hep birlikte özel sınıf için ayrılmış çardağa gittik, burada bir sürü leziz çörek vardı. Ben tam birini alacakken Jack elimi tuttu ve diğerlerine ''size bir açıklamam var bundan sonra Jenny benim sevgilimdir ona saygı duyacaksınız ''dedi. İçlerinden ufak tefek ama çok güzel olan bir kız bana pis bir bakış attı. Belli ki Jack’ te gönlü vardı. Ona en çok bu yaratıktan nefret ettiğimi söylemeyi öyle çok isterdim ki… Ama yapamazdım.
Sonra Jack çöreklerden bir tanesini aldı ve yedi bunu görenler şaşkınlık içinde ona bakıyorlardı. ''Bugün bir değişiklik yapıp insan gibi davranacağız ''dedi. İtiraz eden olursa ve birden her yer buz kesti işte bu süper vampir güçlerin göstergesiydi. Açıkçası onun neden bunu yaptığını bilmesem de ona minnettardım, sonuçta iğrenç kandan içmeyecektim okuldan sonra beni eve bırakacağını söylediğinde kâbus başa dönmüştü. Bir süre hiç konuşmadan yürüdük. Sonra bana ''daha dikkatli olman lazım her zaman etrafta ben olmam. Bugünkü gibi insan yiyeceklerini görünce aklını kaybetme'' dedi. Ona öyle olmadığını söyledim ve yoldaki direklerden biri devrildi o zaman onun bugünkü partiyi benim için verdiğini fark ettim. Acaba zavallı oyuncağına biraz olsun acıyor muydu?
Sonra bana döndü ve şimdi ikimizi de mutlu edecek bir şeyler yapalım dedi.
BÖLÜM 3 BEKLENMEYEN

 MİSAFİRLER(Jenny)
Ben daha ne olduğunu anlayamadan üstüme kapaklanmıştı bile. Çırpınıp ondan kurtulmaya çalıştım. Ama hepsi boşunaydı onun gücünün yanında benimkisi çok hafifti. Sonra birden beni bırakıp gülmeye başladı. Sana bir şans vereceğim. Gücümü kullanmayacağım. Eğer benden kurtulmayı başarırsan bugünlük burada duracağım dedi. Ve tekrar bana sarıldı. Tüm gücümle ondan sıyrılmaya çalışsam da başaramadım.
Sonra bana döndü. Ve boynumu yalamaya başladı. Sivri dişlerini geçireceği anı beklerken birden şimşekler çaktı. Ve anında Jack önüme siper oldu. Beş kişiydiler. Önlerinde duran kızıl saçlı çocuk belli ki liderleriydi. Kan rengi gözlerinden onların vampir olduğunu anladım. Olamaz şimdide bir vampir kavgasının içine düşecektim. Tam silahıma davranacakken Jack ne yapacağımı anlayıp beni durdurdu. Liderleri olan çocuk Jack’e'' majesteleri görüyoruz ki çok yoğunsunuz. Küçük avınızla eğlencenizi böldüysek özür dileriz dedi''. Ama halinden hiçte özür dilemediği belliydi. Jack ona ‘’yanılıyorsun o benim avım değil sevgilim, ayrıca bizden biri Stan'' dedi. Sonra Stan ve arkadaşları bana biraz yaklaştılar. Bunu yapacak cesaretleri olduğuna göre onlar Jack'ten korkmuyorlardı. O sırada üzerimde bir ağırlık hissettim. Muhakkak ki Jack bana güç gönderiyordu. Böylece beni kendilerinden sanacaklardı. Bir kaç dakika sonra Stan halinden hiç memnun olmamış bir şekilde bizi tebrik etti. Ve ayrıldılar. Ben de rahatladım. Çünkü bu onları ikna etmeye yetmişti.
Aslında hala bir sorun vardı o da Jack ve ben yalnızdık. Ve o çok sıkıntılı görünüyordu.
Bunun nedenini anlayamıyordum. Merakta etmiyordum. Bana döndüğünde yüzünde çok sakin bir gülümseme vardı. Döndü ve aniden beni öptü. O kadar şaşırmıştım ki ne yapacağımı bilemedim. Bu öpücük bana kendimi kötü değil aksine çok iyi hissettirmişti. Şimdi de bu canavardan etkileniyordum. Aman tanrım yoksa beni de mi hipnoz ediyordu? Evet evet kesin öyleydi. Yoksa benim onun gibi bir pislikten hoşlanmamın imkânı yoktu. Seni eve bırakayım aşkım dedi. Yüzüne dikkatlice baktım oldukça gergin görünüyordu. Bana dönüp gülümsedi. Neden bu kadar yakışıklıydı ki? Lanet olsun! Ama ne kadar muhteşem görünüyorsa o kadar da kötüydü. Ve bu hipnozdan çıkacaktım. Tekrar ona baktım. Sinirli ve gergin görünüyordu. Bu kesin o çocuklarla ilgiliydi. Acaba o çocuklarla arasında ne vardı? Ve neden prensten korkmuyorlardı? Bunun bir tek açıklaması vardı. O da ellerinde Jack 'e karşı kullanacakları çok önemli bir silahları vardı. Ve ben en kısa sürede bunun ne olduğunu öğrenmeliydim. Evin kapısında Jack aniden kayboldu. Bende karargâha yani gerçek evime döndüm. Uzaktan beni izlediğine emindim. Ama garip olan onun beni izlemesi değil benim onun beni korumasından etkilenmemdi. Jack kesinlikle oyuncağını başkalarıyla paylaşmak istemediği için böyle yapıyordu. Ve benden sıkılınca beni öldürecekti. Hayatta onun için her şey ölüm ve kandı. Peki ya ben içimde başlayan adımı veremediğim bu hisle ne yapacaktım? Bu büyüyü bozmak için hemen kitaplara sarıldım.

BÖLÜM 4 İÇİMDEKİ KORKULAR[JACK]
Korkuyordum. Evet, ben Prens Jack Adminostar hayatımda ilk defa korkuyordum. Bu küçük narin kız hayatımda daha önce yaşamadığım bir şeyi hissettiriyordu. Ona olan bağlılığım ve sevgim beni korkutuyordu. Onu incitmekten ve benden 
kaçmasından korkuyordum.
Bu korkular yetmezmiş gibi birde üstüne Stan ve çetesi eklendi. Eğer yanımda Jenny olmasaydı. Bütün kurallara karşın hepsini öldürecektim. Tanrım neden yaşamalarına izin veriyordum ki… Bu haddini bilmez serseriler asla bana itaat etmeyeceklerdi. Ama onlara bir şey olursa tek sorumlusunun ben olduğumu babam bilecekti. Ve bana çok büyük bir ceza verecekti. Bu yüzden bunu akıllıca düşünmeliydim. Ayrıca küçük çaylak vampirimin kimliğini saklamak en önemli görevimdi. Bunda oldukça başarılıydım aslında. Onu daha sınıfa girdiği ilk an ilginç bulmuştum. Hayatımda bu kadar cesur birini ilk defa görüyordum. 20 korkunç vampirin arasına giren bir kız. Tıpkı tilki inine giren bir civciv misali…
Aman ne ironi. Onun benden nefret etmesini istemiyorum ama başka türlü davranamam. Of! Ben tam bunları düşünürken Blair seslendi.
''Neden Jenny' i yarın evimize davet etmiyoruz ki bundan çok hoşlanacağından eminim'' dedi. Neden ondan bu kadar hoşlanıyorsun? diye sordum. Bana sen ondan hoşlandığın için dedi. Eğer Blair Jenny' nin vampir avcısı olduğunu bilseydi ne yapardı acaba? Hiç şüphesiz onu öldürürdü.
Aniden kapı çaldı ve Dan elinde 2 tane güzel yemekle eve geldi.Ve şov başladı. Öncelikle kızları hipnoz ettim ve sonra afiyetle kanlarını içmeye başladık.
Hipnoz etmek işe yarıyordu. Böylece bize zorluk çıkarmıyorlardı. Hoş çıkarsalarda sonuç değişmeyecekti ya neyse...
Aslında birkaç gündür yani Jenny'le tanıştığımdan beri kan içmiyordum. O benim insan yanımı ortaya çıkartıyordu. Sanki mümkünmüş gibi. Ben ölümsüzdüm. Bizler küllerimizden yeniden doğarız ama o her an ölebilir. Ve daha da kötüsü vampir olmadığı anlaşılırsa en kötü şekilde cezalandırılacak. Ve o zaman ben eğer onu kurtaramazsam onunla birlikte öleceğim. Dan aniden
''Dostum, sen iyi misin? ''dedi. Yine beni yakalamıştı. Evet dedim. Ama iyi olmanın tek yolu bir an evvel Jenny'i sağlıklı görmekti. Biz eğlenmeye gidiyoruz sende gel diyen Dan'in sesi şüpheliydi. Herkesi kandırabilirdim. Ama Dan'i asla bende bir şeylerin değiştiğini seziyordu. Ama bunun ne olduğunu sormaya cesaret edemiyordu. Yine de içimdeki bu korkuların ne olduğunu kimsenin bilmesine izin veremezdim.

BÖLÜM 5 SIRLARI AÇIĞA ÇIKARTMA OPERASYONU(Jenny)


Ne kadar uğraşırsam uğraşayım, vampirlerin hipnozunu bozmakla ilgili bir bilgiye ulaşamadım. Hipnozu sadece yapan vampir bozabilirmiş. Yada başka bir vampir bu hipnozu kırabilirmiş. İki seçenekte benim için imkânsız olduğundan pes etmeye kara verdim. Sonuçta aklın gücüyle bunun üstesinden gelebilirdim. Bugün Jack çok garip davranıyordu. Tuhaf ama bana bakmıyordu. Yoksa yavaş yavaş benden sıkılmaya mı başlamıştı? Bu hem iyi hem de kötüydü. İyi olan benden sıkıldıysa hemen ölecektim. Kötü olansa onu öldürmenin bir yolunu henüz bulamamıştım. Okulun kapısında bir an durdu ve aniden bana sarıldı. Karşı koymam çok gereksizdi. Ama neden bana sarılmasından hoşlanıyordum? Beni öpmemesi için dua ediyordum. Ve dualarım kabul oldu. Beni öpmedi.
Rahatlamıştım. Bugün bana karşı özellikle çok kibardı. Bu garipti. O çocuklarla karşılaştığımızdan beri tuhaf davranıyordu. Ona çaktırmadan bunu araştırmaya karar verdim. İlk olarak işe yeni vampir kankama yani Blair'e bu çocukları sormakla başlayacaktım. Ona sorduğumda birden yüzü değişti. Ve o güzel yüzü vampirleşti. Evet, evet kesinlikle haklıydım. Bunların arasında büyük bir sır vardı. Ama bana söylediği tek şey onlara dikkat et oldu. Bunun peşini bırakmamaya kararlıydım Jack'i kenara çekip ona bana Stan'i anlatmaya zorlamanın bir yolunu bulmalıydım. Ben tam bunları düşünürken Suzan yani şu Jack'e yanık olan kıza rastladım. O sırada aklımda bir ampul belirdi. Tabi ya kızların gizli silahını kullanacaktım. Cazibemi…
Dersten sonra Jack'e yaklaşıp elini tuttum. Buna o kadar şaşırdı ki birden yanımızdaki arabalardan biri devrildi. Aman tanrım yoksa hata mı yapıyordum? Bu vampir kendini tutmadığında çok korkunç şeyler yapıyordu. Bunları düşünmemeye çalışarak ona tatlı tatlı gülümsedim ve ben ne olduğunu anlamadan beni öpmeye başladı. Onu itiyordum. Ama bundan nefret etmiyordum. Neden durmuyordu? Nefes almamı zorlaştırıyordu. Yoksa amacı beni öperek mi öldürmekti? Sonunda durduğunda nefes alabildim. Bana bir daha beni bu kadar kışkırtma yoksa durmam imkansız olur dedi. Her ne kadar bundan korksam da aslında sevindim. Demek ki taktiğim işe yaramıştı. Şimdi sıra sırlardaydı. Ve sırları çıkartma operasyonuna başladım. Ona döndüm. Ve Jack şu Stan ve çetesiyle aranda ne var? diye sordum.
BÖLÜM 6 ANSIZIN GELENLER(JENNY)

Bu soruya o kadar kızmıştı ki gözlerinin rengi kan kırmızıya döndü. Bana o şeytani ifadesini takınıp ''seni ilgilendirmeyen işlere karışma.'' dedi. Sesi tehdit doluydu. Ve benim onu dinlemekten başka çarem kalmıyordu. Karargaha gidip eski dosyaları incelemeye başladım Jack'in adının karıştığı bir sürü katliam vardı. Ama hiçbirinde bu Stan ve çetesi hakkında bir bilgi bulamıyordum. En sonunda çareyi babama sormakta buldum.Stan'ın adını duyduğunda, bana ''Stan Morgan mı?'' diye sordu. Ona soyadını bilmediğimi söyledim ve tipini tarif ettim.Önce biraz düşündü. Sonrada'' kesinlikle onun oğlu olmalı. ''dedi.

Ve eski notlarından Stan'a çok benzeyen yakışıklı bir adamın resmini çıkarttı. Bu adamın Stan'ın ölen babası olduğunu söylediğinde çok şaşırdım. Çünkü vampirler ölümsüzdür. Ve bir cinayete kurban gitmedikleri takdirde öyle kalırlar. Stan'ın babası William bir vampir mahkemesi emrine göre öldürülmüştü. Olaylar gittikçe ilginçleşmeye başlıyordu. Irklarını çok koruyan vampirler kendilerinden birini çok büyük bir olay olmadıkça öldürmezlerdi.
Babam bana daha fazla bilgi vermedi. Buda benim merakımı iyice arttırdı. Babam bu konuyu kapadığına göre durum sandığımdan da önemliydi. Ama artık ne arayacağımı çok iyi biliyordum. Ve arşive geri dönüp William Morgan'ı aramaya başladım. İşim çok zor olmadı. Bu vampir çok ünlüydü. Soylu bir vampirdi. Bir sürü özel yeteneği vardı. Ama kitapta ilgimi çeken bir yazı gördüm.''Çok kötü bir şöhreti o olaya kadar olmamıştı.''
''O olaya kadar...''İşte bu yazı çok dikkat çekiciydi. O olay derken ne ima ettiklerini araştırmaya başladım. Ve vampirlerin infazı bölümünde konuyu buldum. Stan'in babası insanları katledip, vampir olduklarını tüm dünyaya yaymakla suçlanmıştı. Bir gecede 100 den fazla insan öldürüp, kendisini ele vermekle suçlanmıştı. Ve vampirlerin asırlardır kendilerini gizlemelerine karşı gelmişti.
Buda onun idamını hazırlamıştı. Ama bu olayda dikkat çeken bir şey daha vardı. Oda Jack'in adı... Vampirler onu ''kahraman prens'' diye çağırmışlardı. Bu olayı gören sadece Jack'ti. Ve Stan'in ondan nefret etme sebebi anlaşılabilirdi. Garip olansa Jack'in neden Stan'e karşı koymamasıydı. Cesetlerdeki izler bana çok tanıdık gelmişlerdi. Eğer düşüncem doğruysa bu işte Jack'in parmağı vardı. Ve ben bunu ispatlayacaktım. O zamanlarda benim gibi kendini vampir gösterip onların içine karışıp görevlerini sürdüren avcılarımıza ulaşmam lazımdı. Bunun içinde hemen yetkililere mektup gönderdim.
Ertesi gün okulda Blair beni evlerine yani şatolarına davet etti.
Jack her ne kadar durumdan rahatsızda olsa kabul etmek zorunda kaldı. Bu şato çok muhteşemdi. Eski olmasına rağmen mobilyalardaki lüksü sonuna kadar hissettiriyordu.
Ama Dan'in iki masum kızı kollarında yemek olarak getirmesi bütün keyfimi kaçırdı.
Onların eğlence anlayışı tabii ki buydu. Bazen unutabiliyordum. Jack ise kimliğim açığa çıkmasın diye kızları evlerine yolladı. Durumdan hoşnut olmayan Blair ve Dan kızgın bir şekilde odadan ayrıldılar. Ama Jack'e karşı gelmeye cesaret edemediler. Buna gülmemek için kendimi zor tutmuştum. Çok korkusuz olan bu iki vampir Jack'in bir sözüyle korkak kedilere dönüyorlardı. Jack'in bu davranışları ile benim onun hakkında öğrendiklerim nedense birbirini tutmuyordu. Yanımda bulunan Jack bambaşka biriydi. Yinede onun bu oyunlarına gelmeyecektim. Yalnız kaldığımıza göre sorguya başlayabilirdim.
Ama Jack'in gergin halleri beni bunu yapmaktan alıkoydu. Ve ona başka bir şeyler sordum. Ona neden beni evlerinde istemediğini sordum.
Anne ve babasının bundan hoşlanmayacaklarından bahsetti.
Kral ve kraliçe yeni vampir görmeyi sevmiyorlar mı? diye sordum.
Gülümseyip onları kandıramayacağımızı benim insan olduğumu anladıkları anda beni öldüreceklerinden bahsetti. Ölüm...
İşte bunda haklıydı. Vampirler için en kolay şeydi nede olsa.
Birden kapı çaldı. Ve Jack olduğu yerde dondu. Ben ne olduğunu anlayamadan aşağıdan Blair'in sesi geldi. Neşe içinde ''anne, baba hoş geldiniz!'' diye bağırıyordu. Jack'in dediği gibi oyunun sonuna gelmiştim...

BÖLÜM 7:KARMAŞIK DUYGULAR (JACK)

Blair'in neşeli sesi benim için hayatın sonu anlamına gelen bir sesti. Jenny'i eve getirmek istemememin sebebi olan şey başıma gelmişti. Hiçbir şey düşünmeden Jenny'i tuttuğum gibi boş olan pencereden aşağıya atladım. Var gücümle koşmaya başladım. Babamdan ne kadar uzaklaşırsam o kadar iyiydi.
Evden yeterince uzaklaştığımızı düşünüp, onu indirdim. Bana hayret ve minnet içinde bakıyordu. İşte bu çok garipti. Normalde bana dehşet ve korku içinde bakması ve beni soru yağmuruna tutması gerekirdi. Oysa o hiç konuşmadan bana canı bağışlanmış bir kurban misali bakıyordu. Onu böyle görmek içimi acıtıyordu. Çok kırılgandı. Ama o hayatımda gördüğüm en cesur kızdı. En sonunda dayanamayarak konuştu.''Teşekkürler, hayatımı kurtardın. Sen olmasaydın şu an burada olamazdım'' dedi. Şimdi o bakışın nedenini anlamıştım. Jenny biliyordu. Annem ve babamın onun için ölüm anlamına geldiğini ve onu kurtardığımı. Hayatımda ilk defa içimde birini koruma ve kurtarma isteği uyandıran bu kız kalbimi ısıtmıştı.
Bana eskisi gibi korku yerine minnet duygularıyla bakıyordu. Bu benim için çok yeni bir şeydi. Ve içimde onu öpme isteği uyandırmıştı. Hiç düşünmeden ona sarıldım ve onu öpmeye başladım. Beni itmek yerine bana sarıldı. Bu çok garipti. Geri çekilip onu incelemeye başladım. Akıl sağlığından şüpheleniyordum. Acaba onunla koşarken kafasını bir yere mi vurmuştu? Benden o kadar çok nefret ediyordu ki, bu ihtimal büyüktü. Sonra aklıma minnet duyguları yüzünden bunu yapmış olabileceği geldi. O anda içimi yakan bir acı hissettim. Bana aşık olduğu için değil. Minnet duyduğu için karşılık veriyordu. Bu duygular bana o kadar yabancıydı ki beni karıştırıyorlardı. Tüm dengem bozulmuştu. Çünkü başından beri bu kıza duyduğum koruma isteğinin nedeninin çözmüştüm. Nedeni hep oradaydı. Ama fark edememiştim. Sadece üç harften oluşan bir sözcüktü. ''AŞK'' Bu küçük çaylağa aşık olmuştum. O yüzden de güçlü duruşumu kaybetmiştim. Asıl sorun şimdiden sonra ne yapacağımdı... Jenny'e bir bakış attım. Beni merak içinde inceliyordu. Ona şu an açılsam kesinlikle bunun bir oyun olduğunu düşünür ve gene kaçardı. Bunu istemediğim için ona dönüp:'' Karargâha dönsen iyi olur. Yarın da okula gelme. Blair ararsa da benimle kavga ettiğini ve bir süre yalnız kalmak istediğini söyle. Buna inanacaktır. '' dedim.
Beni yine şaşırtan bir harekette bulundu ve ''Tamam.'' dedi. Önerilerime uyması ikimiz için yeni bir şeydi. Onun karargaha gittiğinden emin olduktan sonra eve dönüp babamla yüzleşmeye karar verdim...
Bu karışıklık beni öldürmeden onu çözmenin bir yolunu bulmalıydım.

BÖLÜM 8: KORKUNUN ZİLLERİ(Jenny)
Jack'in bugün yaptıkları ona olan hislerimi fark etmemi sağlamıştı. Ben ondan nefret etmiyordum ya da hipnoz edilmemiştim. Onun tarafından tamamen esir alınmamı sağlayan başka bir şey olmuştu. Ona aşık olmuştum. Beni öptüğünde kendimi kaybettim. Onun için sadece bir oyuncaktım. Ve onu öldürmek için fırsat kolladığımı biliyordu. Ama ona aşık olacağımı asla bilemezdi. Bu duygulardan en kısa sürede kurtulmam lazımdı. Ben bir avcıydım. Ve sorumluluklarım vardı. Ülkeme ve tüm insanlığa aşk yüzünden ihanet edemezdim. Nede olsa o korkunç ''Prens J'' idi. Bu hislerden kurtulmak için kütüphanenin yolunu tuttum. Ve Jack'in adının karıştığı her olayı incelemeye başladım. O kadar çok ve korkunçtular ki böyle birine nasıl aşık olduğumu anlayamıyordum. Son olayda bir şey dikkatimi çekti. Stan'in babasının karıştığı olayı gören Jack'ti. Ama topluluk önünde konuşmamıştı. Olanları sadece krala yani babasına anlatmıştı. Nasıl oldu da bunu diğer avcılar göremedi diye düşündüm.
Aslında bende birçok kez bakmama rağmen görememiştim. Jack neden mahkemede konuşmamıştı da babasına konuşmuştu?
Onun gibi cesur ve kendini beğenmiş biri herkesin önünde bunu ilan etmekten büyük bir gurur duyardı. Tabi işin içinde başka bir iş yoksa.
Bu tanıdık izler ve Jack'in tavırları şu ana kadar hiç düşünmediğim bir düşünceyi aklıma getirmişti. Acaba Jack masum muydu? ''Prens J'' başka biri miydi? Jack'ten başka biri... Bu yanıtı bana sadece Jack verebilirdi. Ama asla buna cevap vermezdi. Birini koruyordu. Ama kimi?
Tam o sırada telefonum çaldı. Arayan Blair'di. İşte buydu. Eğer Jack bana anlatmazsa Blair anlatabilirdi. Bakalım onların ailede J ile başlayan kaç prens vardı? Telefona biraz mutsuz cevap verdim.
Blair' e ağabeyiyle kavga ettiğimi ve bir süre ortalıkta olmayacağımı söyledim. Ama beni bunun için aramamıştı. Jack ile babası kavga etmişti. Ve Jack evden çekip gitmişti. Benim yanıma gelip gelmediğini sormak için aramıştı. Bilmiyorum diyerek telefonu kapattım. İçimde korku zilleri çalıyordu...

BÖLÜM:9 KRAL'I KANDIRMAK MÜMKÜN MÜ?(Jack)

Eve vardığımda annem ve Blair neşeyle konuşuyordu. Babam beni görünce direk odasını işaret etti. Ama ben anneme selam verip öyle yanına gittim. Bana eve geldiğinde neden gittiğimi sordu. Yanıtım hazırdı.'' Avlanmak için'' dedim. Pek inanmışa benzemiyordu. Asıl soruyu sona saklıyordu. ''Şu küçük kız arkadaşın nasıl biri?'' dedi. Blair yine çenesini tutamamıştı. Babama çok beceriksiz bir vampir demekle yetindim. ''Pekala o halde eve geldiğimizde bizimle onu tanıştırmak yerine niye kaçırdın?'' diye sordu. İşte esas soru buydu. Yutkundum. Kendimden emin olmaya çalışarak:''Sizinle tanışmaya hazır değildi. Ve onu o kadar önemsemiyorum.'' dedim. Yemi yutmasını bekledim. Ama bana dönüp sinirli bir şekilde ''Oyunu kes ve küçük insanından kurtul.'' dedi. İnkâr ettim. Oda eve geldiğinde 3 insan kokusu aldığını ikisini yemek olarak kullandıklarını söyledi. Kralı kandırmak tabii ki mümkün değildi. O kısacık anda bile Jenny'nin kokusunu almıştı. Bunun için uygun zaman değil, diyerek evden çıktım. Babam ve annem 2 gün sonra evden ayrılacaktı. Yine bir olayı çözmekle görevliydiler. Ve dönmeleri için bir ay daha gerekliydi. Bu zamanda Jenny'i kaçırıp ikimize de saklanacak bir yer bulabilirdim. Tabii ki itiraz edecekti. Onu hipnoz etmeye kalkışsam karşı koyacaktı. Ve sevdiğim kıza zorla bir şey yaptıramazdım. Ama onsuz da olamazdım. Ve en yapmamam gereken şeyi yaptım. Dan'e telefon ettim. Çeteyi babamlar gittikten sonra toplamasını. Avcıların karargâhına gidip Jenny'i kaçıracağımızı söyledim. Ona tüm hikâyeyi baştan sona anlatıp, Blair'e bir şey söylememesini sıkı sıkı tembihledim. Dan en yakın dostumdu. Çok güvenilirdi. Ama avcılardan nefret etmesi beni endişelendiriyordu. Jenny'i bir şekilde geri kazanacaktım, Bunun için uğrunda kimi feda ettiğimin bir önemi yoktu...



Bölüm 10 a) Pembe Hayaller(Jenny)
Blair’in telefonundan sonra odamın içinde bir o yana bir bu yana sallanıp durdum. Ne yapıyordum ben böyle… Bir vampir için endişeleniyordum. Hem de vampirlerin en güçlüsü, Prens J için. Asıl endişelenmem gereken Jack’in şu anda katlettiği masum insanlar olmalıydı. Babasından hıncını almak için yine masumları kullanacaktı. Buna hiç şüphe yoktu. Yine de Jack’e duyduğum umutsuz aşk ve bana olan iyi davranışları aklımı kurcalıyordu. Kalbim mantığımın önüne geçti. Ve elime telefonu alıp Jack’i aradım. Telefonu açtığında sesinde endişe vardı. Bana onu niye aradığımı sordu. Aslında niye aradığımı ben de bilmiyordum. Aramıştım işte… Ona Blair’in onun için endişelendiğini ve bir an evvel evine dönmesini söyledim. Birden gülmeye başladı ve beklemediğim bir cümle söyledi. ‘’Seni işte bu yüzden seviyorum…’’ Bu ne demekti şimdi? Beni gerçekten seviyor musun? Demek istedim. Ama bunun yerine çabuk evine dön ve babanla konuş diyip telefonu kapattım. Bu telefonun hayatımda bir çok şeyi değiştireceğini hissediyordum. Ama kendimi Jack’in de beni sevdiğini düşünmekten alıkoyamadığım pembe hayallere dalıyordum. Orada ben ve Jack vardık. İkimiz de insandık. Ve çocuklarımızla mutlu bir şekilde yaşıyorduk. Ne güzel olurdu… Vampirlerin ve avcıların olmadığı bir dünya da Jack ve Ben kalsaydık. Sadece iki aşık insan olsaydık. Bunlar asla gerçekleşmeyecek hayallerdi. Bu yüzden kütüphanenin yolunu tuttum. Bakalım Jack’in bilmediğim daha kaç yüzü vardı?
Bölüm 10 b) Savaşa Hazırlık(Jack)
Jenny beni aradığında çok şaşırdım. Zaten yeterince korkum yokmuş gibi beni aniden arayınca başına bir şey geldi sandım. Aşkın bana bunları yaptırması hiç normal değildi. Bir an evvel kendimi toparlamalıydım. Dan birden yanımda bitti. Yüzünden öfke okunuyordu ama kararıma saygı duymaktan başka bir şey de gelmiyordu elinden. Bana evi ayarladığını söyledi. Çeteyi toplayıp kral ve kraliçe gider gitmez Jenny’i kaçıracaktık. Bu biraz zor olacaktı. Vampir karargahına girmek kolay değildi. Bu yüzden en iyi adamlarımı topladım. Sadece özel yeteneğe sahip vampirler karargaha burnu bile kanamadan girebilirdi. Diğer türlüsü biz vampirler için bile acı verici olabilirdi. Avcılar çok güçlüydüler. Ve Jenny’nin ailesi soylu avcılardandı. Kızlarını böyle yetiştirdikleri için de çok gurur duyuyor olmalıydılar. Acaba beni severler miydi? Birden ne saçma düşüncelere daldım. Aklımı başıma alıp eve gitmeliydim. Jenny haklıydı ne olursa olsun kralla yüzleşmeliydim. Eve girdiğimde annem ve Blair bana sarılıp babamın odasına gitmemi söylediler. İçeri girdim. Babam şöminenin önünde oturup bir şeyler düşünüyordu. Kafasını çevirip bana bakmadı bile… Önüne geçip af diledim. Bana kuşkulu gözlerle baktı. Belli ki inanmamıştı. Ama oda bu savaşı daha fazla sürdürmek niyetinde değildi. Bu yüzden gidebilirsin dedi. Odama gidip Jenny ile geçireceğim mutlu yılları hesaplamaya başladım. Tabii ki onu vampire çevirecektim. Beni aradığına göre artık benim için endişeleniyordu. Ve ileride kesinlikle bana aşık olacaktı. Bunun güzel düşüncesiyle rüyalara daldım. Rüyamda deniz kenarında bir evde Jenny ve ben el ele yürüyorduk. Ve arkamızdan bir mavi gözlü şirin bir kız çocuğu geliyordu. Tıpkı annesine benziyordu. Evet evet çocuk annesinin görünüşünü aldığı gibi insanlığını da almıştı. Bu çocuk insandı. Peki orada ne işi vardı? Blair’in sesiyle uyandım. Kral ve Kraliçe ile yemek masasında otururken aklım başka yerlerdeydi. Babam ve annem gidene kadar bir daha onlarla temas kurmamaya karar verdim. Ve avcılarla yapacağımız savaş için hazırlığıma başladım. Savaş çetin geçecekti ve benim buna çok iyi hazırlanmam lazımdı. Ucunda Jenny gibi bir hediyem vardı.
İlk 10 BÖLÜM BURADA BİTMİŞTİR DEVAMI SONRA... 
Yazan:vanicela